Necip Fazıl Kısakürek - ...:: TÜRK DİLİ ::... Dil Bilgisi, Kompozisyon Konuları ve Sunuları, Kaynaklar

İçeriğe git

Necip Fazıl Kısakürek

ŞİİRLER


MUHASEBE
Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri
Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!
Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâlide!
Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide.
Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?
Evet kafam çatlıyor, gûya ulvi hastalık;
Bendedir duymadığı dertlerde kalabalık.
Büyük meydana düştüm, uçtu fil dişi kulem;
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.
Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos!
Sen, cüce sanatkarlık, sana büsbütün paydos!
Cemiyet ah cemiyet yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet, cemiyet , yok eden güruhiyle...
Çok var ki hınç bende fikirdir, fikirse hınç!
Genç adam al silahını, iman tılsımlı kılınç !
İşte bütün meselem, her meselenin başı,
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprü başı!
Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,
Ayırıp o genç adam uzansa yatağına;
Yerleştirse başını iki diz kapağına,
Soruverse: Ben neyim ve bu hâl neyin nesi?
Yetiş, yetiş , hey sonsuz varlık muhasebesi?
Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,
İçimde homurtular, inanma diye gülen...
İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe !
Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
Üst kat : Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
Orta kat : (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat : Kız kardeşimin (Tamtam)da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin işte evim !
Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş !
Kökü iffet , dalları taklit , meyvesi fuhuş...
Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım !
Mukaddes emanetin dönmez dâvâcısıyım!
Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana ;
Yükseldik sanıyorlar , alçaldıkça tabana.
Zaman, korkunç daire  ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen , yüz bin devir ilerde !
Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!
Bir saman kâğıdından, bütün iş kopya almak;
Ve sonra kelimeler ; kutlu, mutlu , ulusal.
Mavalları bastırdı devrim isimli masal.
Yeni çirkine mahküm, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hâkim , kulları heykellerin !
Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik , şimdi iş inkılâpta !
Bekleyin , görecektir , duranlar yürüyeni ;
Sabredin gelecektir, dolmaz pörsümez yeni !
Karayel , bir kıvırcım; simsiyah oldu ocak !
Gün doğmakta , anneler ne zaman doğuracak ?


UTANSIN
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan koşmana bak sen !
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın !

Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaparak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk,
Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!


ŞARKIMIZ
Kırılır da bir gün bütün dişliler,
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim.
Gökten bir el yaşlı gözleri siler,
Şenlenir evimiz barkımız bizim.

Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze,
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze,
Sapan taşlarının yanında füze,
Başka âlemlerle farkımız bizim.

Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman;
Görürler nasılmış, neymiş kahraman!
Yer ve gök su vermem dediği zaman,
Her tarlayı sular arkımız bizim.

Gideriz nur yolu izde gideriz,
Taş bağırda, sular dizde, gideriz,
Bir gün akşam olur, biz de gideriz,
Kalır dudaklarda şarkımız bizim...


SERSERİ
Yeryüzünde yalnız benim serseri,
Yeryüzünde yalnız ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri;
Ben de bütün dünya benimdir derim.

Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,
Aradım bir ömür arkadaşımı.
Ölsem dikecek yok mezar taşımı,
Hâlime ben bile hayret ederim.

Gönlüm ne dertidir ne de bahtiyar;
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,
Bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr,
Gölgemin peşinden yürür giderim...


BEKLENEN
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimle gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?


BEKLEYEN
Sen, kaçan bir ürkek ceylânsın dağda,
Ben peşine düşmüş bir canavarım !
İstersen dünyayı çağır imdada ;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım !

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an !
De ki : Odur sarsan pencereleri,
De ki : Rüzgâr değil odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir ,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsanda sen şehir, şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur beklerim....



GURBET
Dağda dolaşırken yakma kandili,
Fersiz gözlerimi dağlama gurbet!
Ne söylemez akan suların dili,
Sessizlik içinde çağlama gurbet!

Titrek parmağınla tutup tığını
Alnıma işleme kırışığını,
Duvarda, emerek mum ışığını
Bir veremli rengi bağlama gurbet!

Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız annem gibi o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!


SAKARYA TÜRKÜSÜ
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim , öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su , tarih, yıldız ,insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Akışta demetlenmiş büyük ,küçük , kainat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat !

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor , yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor , bu dava öksüz , bu dava büyük !

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya !
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya ?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirde pişmiş aştan;
Ve ayrılık anneden , vatandan , arkadaştan.

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki kıyında geziyordu;
Hani ardında çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin , cömert Nil, mert Tuna;
Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çapar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir !

Bütün bunlar sendedir, bu grift bilmeceler
Sakarya kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya !

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl !
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl !

Sakarya , saf çocuğu , masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun !

Sen ve ben , göz yaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız !

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl , ben gideyim, Son Peygamber kılavuz !

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüz üstü çok süründün , ayağa kalk, Sakarya !


ZİNDANDAN MEHMED’E MEKTUP
Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam, boynunda yafta...
Hâlimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Kavuşmak mı ?  Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım… Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl olmazların zoru içinde.
Üst üste sorular, soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün “maruzat”
Çatık kaş... Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz, yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz! Ruhuma geçti bilekçem.
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!
Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek  nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allah’a açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu,
İplik ki, incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış ebet bizimdir!


KALDIRIMLAR (1)
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum , arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında ,
Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda , yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar , çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar , içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar , duyulur ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta ;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum !
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum !

Ben gideyim , yol gitsin , ben gideyim , yol gitsin ;
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler.
Tak, tak ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi....


KAFİYELER
Ne diye,
Bu şuna,
Şu, buna
Kafiye?
Başa taş,
Aşa yaş,
Hey'e ney,
Tuhaf şey!

Kafiye
Mantığı,
O mantık!
Hediye
Sandığı,
Bu sandık!
O mantık ,
Bu sakta-
Ta sandık,
Ve yandık.
Ne yandık!
Hendese,
Kümese
Tıkılmak.
Hadise ,
Kırkayak,
Adese,
Oyuncak.
Vesvese,
Gök bayrak.
Ölümse,
Gel dese;
Tak, tak, tak!
Mu-hak-kak!

Sorular
Sordular,
Neden çok,
Nasıl yok,
Niçin var?

Sanatsız
Papağan,
Neden çok;
Ve atsız
Kahraman,
Niçin yok?

Çok ve yok,
Yok ve çok,
Aç ve tok,
Tok ve aç;
Tut ve kaç!
Saklambaç.
Neden çok,
Nasıl yok,
Niçin var?

Niçin'i,
Boğarken
Piçini,
Yatakta
Bastılar,
Şafakta
Astılar.

Ve derken:
Nasıl yok,
Niçin var?

Bir varmış,
Bir yokmuş.
Kararmış
Ve kokmuş
Dünyamız.
Rüyamız kapkara.
Manzara:
Gebeler
Döşeksiz.
Ebeler
İsteksiz.
Kubbeler
Desteksiz.
Habbeler
Süreksiz.
Türbeler
Meleksiz.
Tövbeler
Gerçeksiz.
Cübbeler
Yüreksiz.
Cezbeler
Şimşeksiz.
İzbeler
Emeksiz.
Hağbeler
Ekmeksiz.

Kafiye,
Hikâye!
Dâvâ tek:
Ölmemek!
Peygamber!
Ne haber?
Bir batan
Var : Vatan !
Kandil loş,
Ocak boş:
Ve dağ dağ
Elveda !

Gitme kal!
Nefes al !
Emir tez,
Bekletmez !
Ve o nur
Bulunur !
İşte iz !
Geliniz !
Toprak post,
Allah dost ....


2013-2024 © Türk Dili - Doç. Dr. Ahmet KAYASANDIK
Facebook'ta paylaş
İçeriğe dön