Hastalık
KOMPOZİSYON
HASTALIK
Önce evde, sonra hastanede romatizmadan haftalarca yattım. O
ağrıları eskiden de çekmiştim. Ama, böyle uzun sürmemiş, böyle şiddetli
olmamıştı. Ölümlü hastalık değildir; ama acısına dayanmak zor. Hele
uykusuzluğu, insanda takat komuyor. İlk günler aldırış etmeyim, kendimi
dinle-meyim dedim; şikâyet etmemeğe, inleyip bağırmamağa çalıştım. Olmadı. En
çok sağ kolum sızlıyordu. Onu, yıllardır alışık olduğum gibi yastığımın altına
alarak yataladım. Ben de insanların çoğu gibi sol elimi kullanmasını bilmem. En
küçük işlerimde, cigaramı yakmakta, bir bardak su içmekte zorluk çektim. Ağrı
duydukça sinirlendim, sinirlendikçe ağrılarım arttı. Kendimi tutamaz oldum.
Doğrusu, inleyip bağırmakta da insanı biraz olsun avutan bir şey var.
Istırap önce hayret veriyor; o kadar ki, insan inanmak
istemiyor. "Daha dün bir şeyim yoktu, elim tutuyor, bacaklarım yürüyordu.
Bugün bu sızılar neden?" diyor. Biraz uzanmakla, kolunu şöyle bir sallayıp
döndürmekle kurtulacağını, yarın bir şeyi kalmayacağını sanıyor. Sonra ağrılar
yerleşiyor, yayılıyor, bir daha geçmeyecekmiş gibi korkutuyor. Bir gün, bir
saat, bir an rahat edebilmekten ümit kesiliyor. Ama, belki alışılır...
Ağrıya, sızıya ses çıkarmadan katlananları, Eyüp Peygamberi
anlayamıyorum. Onlarınki büyük, insanı aşan bir kuvvet!... Bedende duyulan
ıstırap insanı küçültüyor, hiçten şeylere aldırış ettirecek, yalnız kendini,
hayasızca yalnız kendini düşündürecek kadar küçültüyor. Gönlümüze en büyük
hazları veren ümitleri, sevgileri unutturduğu, bizi bütün insanlara düşman ettiği
saatler oluyor. Herkese, ıstırabımızı dindirmek ellerindeymiş de mahsus
dindirmiyorlarmış gibi, hatta ıstırabımıza onlar sebep olmuş gibi baktırıyor.
Bir an aklımız başımıza geliyor, demin düşündüklerimizden, demin söylediklerimizden
utanıyoruz. Fakat, ağrı gene kıvrandırmağa başlıyor. Gene öfkemizi, o sebepsiz
öfkemizi, belki kıskançlığımızı uyandırıyor.
Bedenimizde duyduğumuz ıstırap ise bizi insanlardan
ayırıyor. Onlardan kaçıyoruz, bir şey beklemiyoruz demiyorum. Bilâkis, asıl
hasta olduğumuz zaman onlardan fayda, hizmet umuyoruz. Hekim, eczacı,
dostlarımızın ziyareti... Fakat, bütün insanları sırf bize bir faydaları
olacağı için, yalnız kendimiz için düşünüyoruz. Hasta, cemiyet hayatının bütün
iyiliklerinden istifade etmek ister. Buna mukabil kendisinin de başkalarına
hizmete, onları anlamağa, sevmeğe mecbur olduğunu kabul etmez. Kendisini
dünyanın merkezi sayar. Çektiği ıstırabın, hafif de olsa herkesinkinden fazla
olduğunu söyler. Bunun böyle olmadığını bilir; bilir ama bildiği için kendi
kendine isyan eder. "Falanın hastalığı, benimkinden çok tehlikeli bir
hastalık: O belki de kurtulamayacak, ölecek... Ama, bana ne? Benim için benim
çektiğim ıstırabın bir manası var; ancak o gerçek..."
Hastalar daima hodbin, bunun için de sevimsizdir. Hele
romatizmalılar!... Aman ne gülünç hastalık o!... Üç beş güne kadar, belki de
daha çabuk geçecek bir kol, bacak ağrısını gözlerinde büyültüyor, büyültüyor,
etraflarına tabiatın, insanların en büyük zulmüne uğramış gibi bakıyorlar.
Hastanedeki günlerimi, en manasız şeyler için zile basıp adam çağırdığımı,
ağrılarım belki pek o kadar artmadan da şikâyet ettiğimi, inlediğimi
hatırladıkça kendi kendimden utanıyorum.
Nurullah ATAÇ