Hazırlıksız Konuşmalar
KOMPOZİSYON
HAZIRLIKSIZ KONUŞMALAR
SELAMLAŞMA
HÂL HATIR SORMA
TANIŞMA VE TANIŞTIRMALAR
KUTLAMA
TEŞEKKÜR ETME
SORUYA KARŞILIK VERME
ADRES SORMA, YER TARİFİ
SOHBET ETME
FIKRA ANLATMA
ÖZÜR DİLEME
TELEFONLA KONUŞMA
BAŞSAĞLIĞI DİLEME (TAZİYE)
GÖREVLİLERLE KONUŞMA
HÂL HATIR SORMA
TANIŞMA VE TANIŞTIRMALAR
KUTLAMA
TEŞEKKÜR ETME
SORUYA KARŞILIK VERME
ADRES SORMA, YER TARİFİ
SOHBET ETME
FIKRA ANLATMA
ÖZÜR DİLEME
TELEFONLA KONUŞMA
BAŞSAĞLIĞI DİLEME (TAZİYE)
GÖREVLİLERLE KONUŞMA
HAZIRLIKSIZ KONUŞMALAR
Tabiatı gereği konuşma ihtiyacında olan ve bu özelliğiyle de diğer canlılardan ayrılan insan, günlük hayatını devam ettirirken ister istemez diğer insanlarla iletişim kurar. Bunun için kişisel deneyim dışında herhangi bir hazırlık gerekmese de bu iletişimde (yazılı olmasa bile) toplumun belirlediği çok uzun bir geçmişi olan kurallar ve söz kalıpları kullanılır. Hazırlıksız konuşma, bireyin değil, toplumun belirlediği çerçevede gerçekleşir.
Kendine güvensizlik, yetersiz hazırlık, heyecan gibi sebeplerle bazı kimseler, topluluk karşısında konuşmak istemezler. Fakat günlük konuşmaları sırasında devirdikleri çamların, kırdıkları kalplerin farkına bile varmazlar. Konuşma kurallarının yalnız hazırlıklı konuşmalar için geçerli olmadığını çoğu zaman unuturlar. Konuşmaya başladıkları andan itibaren bilgileri, görgüleri, terbiyeleri, dünya görüşleri, ahlak anlayışları, sosyal çevreleri… hakkında diğerlerine ipuçları verdiklerinin farkında değillerdir. Bu sebeple kuşlar ayaklarıyla insanlar dilleriyle yakalanırlar. “Dilim, seni dilim dilim edeyim.” atasözünde de bu incelik vardır. Hatta bazen susmak, konuşmaktan daha iyi bir etki bırakabilir. “Söz biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus, adam sansınlar.” sözü bu gerçeği veciz biçimde ifade eder.
Herhangi bir hazırlık gerektirmeden yapılan karşılıklı konuşmalarda da içtenlik, inandırıcılık, tatlı dillilik, doğruluk, dürüstlük, açıklık ve saygı ön plandadır.
Hazırlıksız konuşmalardan bazıları aşağıda örneklenmiştir:
SELAMLAŞMA
Herhangi bir yerde birbirleriyle karşılaşan uygar insanlar, sözle veya davranışla birbirlerini selamlayarak iyi dilekte bulunurlar.
Kültürümüzde önemli bir yeri olan selamlaşmanın da bir adabı vardır. Selam vermek sünnet, selamı almak farzdır. Selamünaleyküm, merhaba, hayırlı sabahlar, günaydın, iyi günler… gibi selam sözleri aynı zamanda iletişimi başlatmanın sihirli anahtarıdır. Yaş, mevki, konum itibariyle küçük olanlar büyüklere, erkekler kadınlara, az olanlar çok olanlara, ayaktakiler oturanlara, yürüyenler duranlara, yokuşu inenler yokuşu çıkanlara, binektekiler yayalara, arkadan yetişenler önden gidenlere selam verirler. Verilen selamı almamak, karşılığında iyi dilekte bulunmamak kabalığın, saygısızlığın göstergesidir. Selamlaşanlar birbirlerine tebessüm ederler.
Kültürümüze bulunmayan hi, by, çav, n’aber kız, selam millet, n’aber moruk… gibi sözler söylenmekle selamlaşılmış olmaz.
HÂL HATIR SORMA
Birbirleriyle selamlaşanlar, duruma ve tanışma derecelerine göre birbirlerinin hâlini hatırını sorarlar. Bu daha yakın bir ilgiyi gösterir. Dilimizde nasılsınız, iyi misiniz, keyfiniz yerinde mi, çoluk çocuk nasıl, ne var ne yok, işleriniz iyi gidiyor mu gibi kalıplaşmış çok söz vardır. Hâl hatır sorana da iyi dileklerle karşılık vermek, teşekkür etmek nezaketin gereğidir.
TANIŞMA VE TANIŞTIRMALAR
Selamdan kelama geçmeden muhatabın tanınması, konuşmanın buna göre sürdürülmesi uygundur.
Değişik vesilelerle bir araya gelen ancak birbirlerini tanımayan kimseler, usulüne göre kendilerini takdim ederek diğerleriyle tanışırlar. Mesela; “Merhaba, iyi akşamlar. Ben Tekin Çelik. Muhasebe müdürüyüm. Sizi tanıyabilir miyim?”
Kişiler birbirleriyle tanışırken adlarını mutlaka söylemelidirler. Kişinin kendini ben Metin Bey, Tuğrul amca, Ayten Hanım, Sevinç abla gibi takdimi, gülünçtür.
Sosyal ortamlarda birlikte bulunan bir kimsenin birbirlerini tanımayanları tanıştırması nezaket gereğidir. Kişiler, adları söylenerek belli görgü kurallarına göre tanıştırılır: Yaşı, ünü, makamı küçük olanlar büyüklere; memurlar amirlere, erkekler kadınlara, misafirlikte sonra gelenler önce gelenlere takdim edilir. İsimleri sonra söylenenler, tokalaşmak için ellerini önce uzatırlar. Birbirleriyle tanıştırılanlar karşılıklı olarak memnuniyetlerini ifade ederler.
Oturan bir erkek, biriyle tanıştırıldığında ayağa kalkar ancak bir bayan, kendisinden çok yaşlı biriyle tanıştırılmamışsa ayağa kalkmayabilir.
Bayanlar, istemedikleri baylarla tanışmayı reddedebilirler ama bayların böyle bir seçeneği yoktur.
Örnek
― Siz tanışmıyorsunuz, değil mi? Sizi teyzemin kızı Aysu Temizkan’la tanıştırayım. Aysu, bu benim sınıf arkadaşım Birgül Genç.
― Tanıştığımıza memnun oldum.
― Ben de.
― Nasılsınız?
― Teşekkür ederim, iyiyim. Ya siz?
― Ben de iyiyim. Sağolun.
KUTLAMA
İnsan, yaratılışının gereği olarak kendi için önemli olanları, mutluluklarını dostlarıyla paylaşmak, sevincini katlamak ister. Bu yüzden doğum, sünnet, mezuniyet, muvaffakiyet, nişan, evlenme, terfi gibi durumlarda, tanıdıklarının kendini kutlamasını bekler. İşte bu ve buna benzer sebeplerle yapılan kutlamalarda, bundan duyulan sevinç ve memnuniyet abartısız, içten bir üslupla belirtilmelidir.
Tebrik edilen kimse de tevazu göstermeli, alçakgönüllülükle kutlamayı kabul ederek karşı tarafa teşekkür etmelidir:
Örnek:
― Yeni kitabınızın basıldığını ve çok satıldığını öğrendim. Sizi tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerim.
― İlginize çok teşekkür ederim.
Başkaları tarafından yazılmış hazır kutlama mesajlarının bayramlarda, belli günlerde, kandillerde cep telefonu aracılığıyla gönderilmesi, kutlamanın önemini ve samimiyetini azaltır.
TEŞEKKÜR ETME
Birine teşekkür etmek için mutlaka çok önemli bir iyiliğin, yardımın yapılmasını beklemek gereksizdir. Önemli olan, teşekkür etmenin medeni insanlara yakışan davranış olduğunun bilinmesidir. Çok önemsiz gibi görünen davranışlardan/iyiliklerden sonra teşekkür etmek, nezaketin gereğidir. Sadece teşekkür beklentisiyle iyilik yapmak uygun olmadığı gibi teşekkür etmek için de büyük iyilikler, yardımlar beklemek yanlıştır.
Teşekkür ederim, sağol, Allah razı olsun, eline sağlık, kesene bereket, ziyade olsun, sofran dolu olsun, geçmişlerinin canına değsin, ecdadına rahmet teşekkür etmek için söylenen sözlerdendir.
SORUYA KARŞILIK VERME
İnsan, hayatın doğal akışı içinde birçok kişiyle değişik vesilelerle iletişim kurma ihtiyacındadır. Bu sebeple herhangi bir şeyi öğrenmek amacıyla çevremizdekilere soru sormak gerektiğinde önce izin alınmalı, muhataba uygun bir hitap tarzı seçilmeli, verilen cevap için de teşekkür edilmelidir. Sorunun muhatabı, cevabı bilmiyorsa “özür dilerim, bilmiyorum” demeli, yalan yanlış şeyler söyleyerek soru sahibini yanıltmamalıdır.
Grup içinde orada bulunanlardan birinin uzmanlık alanına giren bir soruya muhatap olan kimse, tereciye tere satma durumuna düşmemek için uygun bir üslupla soruyu oradaki uzmana yönlendirilmelidir:
― Bir dil bilgisi kitabında, şart anlamında kullanılan -sa/-se ekinin çekim eki değil yapım eki olduğunu okudum. Siz ne dersiniz? Bu doğru olabilir mi?
― İsterseniz bunun cevabını Aydın Beyden öğrenelim. Zira onun bu konuyla ilgili birkaç makale okuduğunu biliyorum.
ADRES SORMA, YER TARİFİ
Günümüzde cep telefonlarına bile yüklenebilen haritalar, navigasyon cihazları, kent bilgi bankaları, belediyelerin üç boyutlu harita hizmetleri, çevrimiçi yararlanılan sanal haritalar, krokiler adres/yer sorma ihtiyacını neredeyse ortadan kaldırdı. Ancak yine de pratik olarak birine bir adres/yer sormak gerektiğinde önce izin alınmalı, sonra yer sorulmalıdır. Muhatap, burayı kesin olarak bilmiyorsa soranı yanıltmamak ve zaman kaybını önlemek için bilmediğini açıkça söylemelidir. Bazı tahminlerde bulunarak yanlış yönlendirmelerden sakınılmalıdır.
Yer tarif edilirken mümkün olduğu kadar sade bir tarif yapılmalı, gereksiz ayrıntılara girilmemeli, isabetli mesafe tahmini yapılamıyorsa ölçü vermekten sakınılmalı, dolambaçlı yollar tercih edilmemelidir. Sorulan yerin yakınlarında hemen herkesçe bilinen (anıt, istasyon, otogar, park, stadyum, hastane gibi) bir yapı/mekân varsa önce buranın bilinip bilinmediği sorulmalı; biliniyorsa tarif buradan itibaren yapılmalıdır.
Adres bulmada şu bağlantılar da yardımcı olabilir:
Örnek:
― Afedersiniz bir yer sorabilir miyim?
― Tabii. Buyurun.
― Mevlana Müzesine nasıl gidebilirim?
― Şu duraktan çarşıya giden tramvaya binin. Son durak Alaaddin tepesinde inin. Doğu yönündeki caddeden hiç sapmadan doğru gidin. İlerideki caminin hemen arkasında.
― Teşekkür ederim.
― Rica ederim.
SOHBET ETME
Doğası gereği diğerleriyle birlikte yaşama ihtiyacında olan insan bildiklerini, tecrübelerini, duyduklarını, izlenimlerini… çevresindekilerle paylaşmak, psikolojik olarak rahatlamak, huzur vermek, huzur bulmak ister.
Kendi alanında tanınmış, deneyimli, kültürel birikimi çok aydınların değişik konularda, bilimsellikten ziyade günlük konuşma diliyle, ayrıntılara inmeden samimi bir havada yaptıkları konuşmalar da sohbet (söyleşi)tir. İçtenlik ve nükte, sohbetin temel özelliklerindendir. İlginç anekdotlarla, fıkralarla, deyimlerle, misallerle sohbete canlılık katılır.
Sohbetin kültürümüzde çok ayrıcalıklı bir yeri vardır. Ne kahve ne kahvehane isteyen, kahveyi bahane edip sohbet isteyen gönüller için sohbet ve yarenlik mekânı olan kıraathaneler, kahvehaneler (okey salonları değil), birer kültür merkezi işlevini üstlenmişlerdir. Yeni bilgiler, kültürel değerler burada aktarılmış, yarenlikler yapılmış, yararlı ve hoşça vakitler geçirilmiştir.
Yalanın, dedikodunun, kibirin, gösterişin, kaba sözlerin ve argonun bulunmadığı; nezaketin, hoşgörünün, saygının, dürüstlüğün, anlayışın, samimiyetin el üstünde tutulduğu sohbet ortamları kalıcı dostluklar, arkadaşlıklar için de bir zemin oluşturur.
Örnekler:
Dursun Gürlek, N. Fazıl'ı Anlatıyor 1. Bölüm
Dursun Gürlek, N. Fazıl'ı Anlatıyor 2. Bölüm
FIKRA ANLATMA
Yeri gelir de bir fıkra anlatmak gerekirse bu fıkrayı anlatmadan şu hususlar göz önünde bulundurulmalıdır: Her şeyden önce anlatılacak fıkra; yere, zamana ve kişiye uygun ise anlatılmalıdır. Dinleyiciler süratle gözden geçirilmeli, bu grubun espriyi anlayacağından emin olunmalıdır. Anlatılacak fıkradan kendine pay çıkaracaklar/alınacaklar varsa bu fıkrayı anlatmaktan vazgeçilmelidir. Fıkrayı anlatan, herkesten önce gülmemeli, asıl espriyi taşıyan unsur uygun yerde ve şekilde anlatılmalıdır. Aksi hâlde fıkranın bütün güzelliği kaybolur. Şayet fıkra, bir ağız özelliği gerektiriyor, anlatan da bunu çok iyi taklit edebiliyorsa bu fıkra özgün şekliyle anlatılabilir. Ancak fıkrayı anlatan bu konuda başarılı değilse, fıkra normal şekilde anlatılmalıdır.
Dinleyiciler anlatılan fıkrayı daha önce duymuş veya okumuş olabilirler. Böyle olsa bile anlatana müdahale edilmez, nezaketen dinlenir. Zira kibar bir insan, her defasında o fıkrayı ilk kez dinliyor gibi davranır.
Örnek
Okul müdürünün biri, öğrencileri sigara içme alışkanlığından vazgeçirmek için tuvalet kapılarının arkasına “SİGARA ÖLDÜRÜR” etiketlerini yapıştırır. Bir hafta geçmeden öğrenciler, tepkilerini etiketlerin altına yazdıkları şu cümleyle gösterirler:
“Türk ölümden korkmaz!”
ÖZÜR DİLEME
Dikkat edilmesi gereken husus, özür dilemeyi gerektirecek sözlerden ve davranışlardan kaçınmaktır. Ancak “Hatasız kul olmaz.” sözü de hemen herkesin cahillik, dalgınlık, dikkatsizlik... gibi çeşitli sebeplerle hatalar yapabileceğini gösteriyor.
İşte bir kimse yanlışını, kabalığını, hatasını… fark ettikten sonra bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak için en kısa zamanda, uygun bir ortamada, samimiyetle özür dilemelidir. Bu anlamda özür dilemek korkaklığın, pısırıklığın, sünepeliğin bir ifadesi değil, insan olmanın gereğidir; bir erdemdir. Zira özür dileyen kişi hatasını fark etmiş, bunun yanlışlığına inanmış ve bunu bir daha yapmayacağını karşı tarafa içtenlikle beyan ederek insanlığın gereğini yerine getirmiştir. Hata fark edildikten sonra bile bile özür dilenmiyorsa bu durumda birincisinden daha büyük bir yanlış yapılmış olur.
Özür dilendikten sonra her defasında aynı yanlış tekrar edilirse özür dilemenin bir anlamı olmaz.
Özür dilenirken özrün kabahatten büyük olmamasına özen gösterilir. Özür ifadeleriyle, jest ve mimikler uyum içinde olur; özür dileyenin üzgün olduğu ve samimiyeti konuşmasına, tavırlarına yansır.
Kendisinden samimiyetle özür dilenen kişi de affetmenin büyüklüğün şanından olduğunu bilmeli, özrü kabul ederek incelik göstermelidir.
Gerekmediği hâlde söze özür dileyerek başlamak da uygun değildir.
TELEFONLA KONUŞMA
Telefon/cep telefonu, günümüzün vazgeçilemez bir iletişim aracı oldu. Gelişen teknolojiyle körüklenen rekabetinin insafsız kurallarına bağlı olarak lüks tüketimde ve israfta, sınırlar zorlanmaya başlandı. Bugün gazete bayiinden çok telefon bayii olması, maddi imkânları iyi olmayan bireylerin bile cep telefonları ve bunların faturaları için ödedikleri yüklü miktarlar durumun vehametini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Teknolojik kolaylıklardan yararlanmak elbette doğaldır ve güzeldir. Ancak bu teknoloji, birtakım sorumlulukları ve görgü kurallarını da beraberinde getirmektedir. Telefondan vazgeçilemeyeceğine göre buna dair sorumlulukların ve inceliklerin öğrenilmesi gereklidir. Telefonla konuşurken aşağıdakilere özellikle dikkat edilir:
1. Telefon etmek gerektiğinde önce vaktin uygun olup olmadığına bakılır. Çok erken ve geç saatlerde, yemek saatlerinde telefon edilmez. Yalnız acil bir durum olması hâlinde vakit gözetilmez.
2. Numara dikkatli bir şekilde çevrilir/tuşlanır. (Sayısal santrallerde numaranın yanlış düşmesi ihtimali çok zayıftır.)
3. Telefon açılınca, arayan önce selam verir, sonra hemen kendini tanıtır. (Seslerinden birbirlerini tanıyan kimselerin kendilerini tanıtmalarına gerek yoktur. Ayrıca telefon edilen yerdekiler için bizim kimliğimizin önemsiz/gereksiz olması hâlinde buna ihtiyaç duyulmaz.)
4. Kısaca hâl hatır sorulduktan sonra niçin telefon edilmişse o konu konuşulur.
5. Konuşma tamamlandıktan sonra iyi dileklerle telefon kapatılır.
Telefonu/cep telefonunu kullanırken göz önünde bulundurulması gereken sorumluluklar ve incelikler ise şöyle sıralanabilir:
1. Gerektiğinde not almak üzere telefon makinesinin yakınında kâğıt, kalem bulundurulur. (İş yerleri için kimin, kimi, ne zaman, niçin aradığının ve arayanın notunun yazılacağı hazır telefon defterleri vardır.)
2. Kapıdaki misafir bekletilmediği gibi, telefon çalınca en geç beşinci çalışta mutlaka açılmalıdır. Radyo, televizyon vb. açıksa telefonu açmadan bunların sesi kısılmalıdır.
3. Telefonla, acil ve önemli konular kısaca konuşulur. On dakikayı geçen konuşmalar, uzundur. Telefon faturası bir başkası tarafından ödeniyor olsa bile hatlar/şebeke meşgul edilmez. Olur olmaz yerde önemsiz konularla konuşma uzatılmaz.
4. Elektronik cihazlara zarar verebileceği için cep telefonlarının kapatılması istenen yerlerde telefonun mutlaka kapatılması gerektiği gibi herhangi bir uyarı olmasa bile ibadethanelerde, derslikte, sinema, tiyatro gibi seyirlik ortamlarda, konferans salonlarında, toplantılarda, törenlerde, uçakta… cep telefonu kapatılmalı; en azından çevrimdışı/sessiz moda alınmalıdır. Bu ve bunlara benzer ortamlarda cep telefonunda oyun oynamak, mesaj göndermek, postalara bakmak, internete girmek oradakilere saygısızlıktır.
5. Yukarıda sayılan ortamlarda, gelen çağrıyı cevaplayan kimse, konuşmacıya/oradakilere küfretse daha az saygısızlık etmiş olur. Derste/toplantıda mesajlaşan veya çağrı geldiğinde izin alma ihtiyacı bile duymadan ortamdan çıkan kimsenin görgüden/nezaketten haberi yoktur.
6. Araç kiti bulunmayan araçlarda, sürücünün seyir hâlindeyken cep telefonuyla konuşması, mesaj yazması tehlikeli ve yasaktır.
7. Başkasının telefonunu kullanmak gerektiğinde izin alınmalı, konuşma çok kısa tutulmalı ve teşekkür edilmelidir.
8. Resmî veya özel iş yerlerinde çalışan personelin, mesai saatleri içinde üstelik dakikalarca cep telefonlarıyla özel konuşmalar yapması yanlıştır, hak ihlalidir.
9. Tarifenin uygun/ucuz olması cep telefonlarıyla saatlerce konuşulabileceği anlamına gelmez. Konuşma süresi arttıkça cep telefonunun ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceği asla ihmal edilmemelidir.
10. Cep telefonunu kullananlar, bütün konuşma ve mesaj kayıtlarının en az beş yıl saklandığını bilmelidirler.
BAŞSAĞLIĞI DİLEME (TAZİYE)
Dost kara günde belli olduğu için yakını vefat edenleri ziyaret etmek, onların acılarını paylaşmak insani bir görevdir. Başsağlığı ziyaretlerini yakınlık derecesine uygun olarak özellikle vefatı takip eden ilk üç gün içinde yapmaya özen gösterilmelidir. Ziyaret sırasında onları teselli edecek kısa, samimi sözler tercih edilmelidir. Yersiz mevzulardan, ölüme ait felsefi yorumlardan, müteveffaya ait hatıralardan bahsedilmez. Güya onların acısını hafifletmek, vefatına çok üzülmemek gerektiğini vurgulamak için rahmetli çok çekti, kendi de kurtuldu, sizi de kurtardı gibi densiz sözler sarfedilmez.
Taziye için “başınız sağ olsun, Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın, Allah başka acı göstermesin, Allah sabır versin, Allah taksiratını affetsin, mekânı cennet olsun, Rabbim geride kalanlara ömür versin…” gibi söz kalıpları veya içten duyguları ifade edecek başka sözler de söylenebilir.
İnancımıza göre, vefatla bir kayıp söz konusu olmadığı için müteveffadan bahsederken kaybettik sözünün kullanılmaması tavsiye ediliyor.
Vefat eden, Müslüman değilse ondan bahsederken rahmetli, merhum, merhume denmez. “Toprağı bol olsun.” sözü de eski bir geleneğe dayanır ve gayrimüslimler için söylenir.
GÖREVLİLERLE KONUŞMA
Herhangi bir konuyu/sorunu danışmak, resmî bir işi yerine getirmek, bir işi takip etmek gibi sebeplerle görevlilerle/memurlarla konuşmak gerektiğinde şu hususlar göz önünde bulundurulmalıdır: Önce selam verilmeli, izin istenmeli, konu/sorun/istek anlaşılır bir dille açıkça belirtilmeli, nazik ve saygılı olunmalı, cevaplar/yönlendirmeler dikkatle dinlenmeli, ayrılırken iyi dileklerde bulunulup teşekkür edilmelidir.
Görevlilere/memurlara/amirlere asla ablacığım, ağabeyciğim, dayı, amca, hala, teyze, ablam, annem, müdür hanım gibi sözlerle hitap edilmez. (Müdür bey, müdire hanım, memur bey, memure hanım, beyefendi, hanımefendi…) Onların masalarına/bankolarına abanılmaz.