Türk Dili Tarihi
DİL BİLGİSİ
TÜRK DİLİNİN TARİHÎ DÖNEMLERİ VE GELİŞMESİ
Konuşma Dili
1. ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ (6.–13. yüzyıllar arası)
Türkçenin belgelerle takip edilen ilk dönemi olup 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine alır. Türkçenin bütün dönemleri hesaba katıldığında hem ses ve biçim bilgisi hem söz varlığı bakımından en saf ve duru dönemidir.
a) Köktürk Metinleri
Köktürklerin kendi icadı olan Köktürk alfabesiyle taşlar (bengü taşlar) üzerine yazılan metinlerdir. Bir kısmı çeşitli albüm ve dergilerde tanıtılan, bir kısmı ise henüz yayımlanmamış irili ufaklı bu metinlerin sayısı 250’den fazladır. Bengü taşların en meşhurları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir. Metin itibariyle daha uzun ve kapsamlı olan bu yazıtlar dışında Köktürk çağına ait diğer bengü taşlar şunlardır: Çoyrın, Hoytu Tamir, Nalayha, Talas, Hangiday, İhe-Nûr, Köl İç Çor (İhe-Huşotu), İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Altun Tamgan Tarkan (İhe-Aşete), Mahan Kağan (Bugut).
b) Uygur Metinleri
Köktürk devleti yıkıldıktan sonra tarih sahnesinde Uygurlar görülür. Yeni bir din arayışıyla Budizm’i benimseyen Uygurlar, Uygur yazısı ve Mani, Brahmi yazılarıyla taş ve kâğıt üzerine yazılmış çeşitli metinlerle kütük basması eserler bırakmışlardır. Doğu Türkistan’daki kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili olanlar da vardır. En önemlileri şunlardır:
Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın):
Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlakî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.
Altun Yaruk (Altın Işık):
Sıngku Seli Tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilen en hacimli sudurdur. Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini içerir. Bunlardan en meşhurları Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi (Açlıktan ölmek üzere olan parsı kurtarmak için kendini feda eden şehzadenin hikâyesi), Dantipali Beğ hikâyesi (Maiyetindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden geyikler beğini Dantipali Beğ öldürür ve korkunç alevler de Dantipali Beğ’i yutar.) ve Çaştani Beğ hikâyesi (Ülkesindeki insanlara hastalık ve bela getiren şeytanlarla Çaştani Beğ’in mücadelesi)dir.
Irk Bitig (Fal Kitabı):
Köktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan altmış beş paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.
Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi:
Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir: İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır.
c) Karahanlı Metinleri
Eski Türkçenin Karahanlı dönemine ait başlıca eserleri şunlardır:
Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi):
Yusuf Has Hâcib, 1069-1070 yılında 6645 beyit olarak yazdığı bu eserinde devlet, adalet, insan ve aklı temsil eden dört sembolik kişiyi birbirleriyle konuşturarak insanlara iki cihanda mesut olmanın yolunu göstermiştir. Siyasetname niteliğindeki eserde, ideal bireylerden oluşan bir toplum ve devlet göz önünde canlandırılmıştır. Kutadgu Bilig, İslamlığın etkisindeki Türk edebiyatının ilk ürünüdür. Dil ve edebiyat tarihi yanında kültür tarihi bakımından da önemli kaynaklardan biridir.
Dîvânü Lûgati’t-Türk:
Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin üstünlüğünü göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072’de yazılmaya başlanan ve 1077 yılında halife Ebü’l-Kasım Abdullah’a sunulan bu eser, ansiklopedik bir Türk dili sözlüğüdür. Dîvânü Lûgati’t-Türk, 11. yüzyıl Orta Asya Türk dünyasının en sağlam dil mirası olmasının yanında Türk kültürü ve medeniyetinin eşsiz kaynaklarından biridir.
Atabetü’l-Hakâyık (Gerçeklerin Eşiği):
Dinî ve tasavvufi konuların anlatıldığı bu eserin Edib Ahmet tarafından 12. yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Kitapta; bilginin yararı, cahilliğin zararı, dili tutmanın önemi, cimriliğin kötülüğü, cömertliğin iyiliği, alçak gönüllüğünün güzelliği, kibrin kötülüğü gibi konular işlenmiştir. Eser bu bakımdan öğretici bir özelliğe sahiptir.
Divân-ı Hikmet:
Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirlerine hikmet, bu şiirlerin toplandığı defterlere Divân-ı Hikmetdenmektedir. Bu eserdeki şiirlerin hepsi, Hoca Ahmet Yesevî’ye ait değildir. Kitapta, öğretici yönü ağır basan manzumeler vardır. Hoca Ahmet Yesevî, Türklerin İslamı daha iyi tanımalarına hizmet etmiş, yaşadığı dönemde birleştirci bir rol üstlenmiş, Hacı Bektaşi Velilerin, Yunus Emrelerin, Mahdum Kuluların yetişmesine vesile olmuştur.
Eski Türkçe dönemine ait yukarıdaki metinlerin ortak özelliği, hepsinin öğretici nitelikte olmasıdır. Köktürk metinleri henüz yerleşik olmayan kültüre ait olup Köktürk yazısıyla taşlar üzerine yazılmış, hitabet türünün ilk ve mükemmel örneklerindendir.
Uygur metinlerinin çoğu, Maniheizm ve Budizm
Uygur metinlerinin çoğu, Maniheizm ve Budizm’in öğretilerini hikâye üslubuyla anlatır. Uygur alfabesiyle (deri, ağaç kabukları, kâğıt vb. gibi) farklı malzemeler üzerine yazılmıştır. Bunların çoğu henüz yayımlanmamıştır.
Karahanlı metinleri ise şehir kültürüne ait ilk İslami eserlerden olup Arap temelli alfabeyle, kitap biçiminde yazılmıştır. Dil ve kültür tarihi açısından son derece kıymetli eserlerdir.
2. ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ (13.–15. yüzyıllar arası)
Eski Türkçeyle yeni Türkçeyi birbirine bağlayan geçiş dönemidir. Bu dönemde bütün Orta Asya’da kullanılan Türkçeye, Ortak Türkçe, Müşterek Orta Asya Türkçesi adları da verilmiştir.
Türk dili ve Türk kültüründe önemli değişmelerin olduğu bu dönem, Harezm Türkçesi ile temsil edilir. Harezm Türkçesi, 13. ve 14. yüzyıllarda Batı Türkistandaki yazı diline verilen isimdir. Edebî gelenekler bakımından Karahanlı Türkçesine dayanan bu yazı dili, Oğuz
Türk dili ve Türk kültüründe önemli değişmelerin olduğu bu dönem, Harezm Türkçesi ile temsil edilir. Harezm Türkçesi, 13. ve 14. yüzyıllarda Batı Türkistandaki yazı diline verilen isimdir. Edebî gelenekler bakımından Karahanlı Türkçesine dayanan bu yazı dili, Oğuz ve Kıpçak lehçelerinden de etkilenmiştir.
Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine geçiş olarak değerlendirilen bu dönemde dil tarihi bakımından önemli eserler yazılmıştır.
3. YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ (15.–20. yüzyıllar arası)
Orta Türkçe dönemindeki Türk lehçelerinin, edebiyatlarının gelişerek devam ettiği dönemdir. Bu dönemi, dil bilgisi yapısı bakımından belli farklılıklar olmakla birlikte Orta Türkçe Dönemi’nden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değildir. Ancak Türkçenin dış etkiler sebebiyle bazı değişikliklere uğradığı zamanlar bu dönem içinde değerlendirilebilir.
Bu dönemde bir tarafta Orhun, Uygur, Karahanlı Türkçeleri, Harezm Türkçesi ve onun devamı niteliğinde olan ve geçmişteki ses ve yapı bilgisi özelliklerini koruyan Çağatay Türkçesi gelişmesinini sürdürürken diğer tarafta Anadolu Selçuklularıyla birlikte Oğuz ağzı yazı dili olmaya başlamış ve kısa sürede büyük gelişmeler göstererek Türkçenin ikinci büyük, edebî yazı dili olmuştur.
Bu dönemde bir tarafta Orhun, Uygur, Karahanlı Türkçeleri, Harezm Türkçesi ve onun devamı niteliğinde olan ve geçmişteki ses ve yapı bilgisi özelliklerini koruyan Çağatay Türkçesi gelişmesinini sürdürürken diğer tarafta Anadolu Selçuklularıyla birlikte Oğuz ağzı yazı dili olmaya başlamış ve kısa sürede büyük gelişmeler göstererek Türkçenin ikinci büyük, edebî yazı dili olmuştur.
4. MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
20. yüzyıldan itibaren bugünü de içine alan bütün Türk bölgelerinde devam eden Türkçedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de çok geniş bir alanda oldukça hareketli bir görünüm arz eden Türkçe, günümüzde yirmiye yakın yazı diliyle varlığını devam ettirmektedir.
TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ
Türkler 6. yüzyıldan itibaren değişik bölgelerde, farklı alfabelerle yazılmış dil yadigârları bırakmışlardır. Bu eserlerde din, alfabe, konu... gibi farklılıkların yanında kullanılan malzemede de çeşitlilik vardır. Bunların bazıları taşlar üzerine, bazıları ağaç kütüklerine, bazıları derilere, kâğıtlara yazılmıştır. Türk yazı dilinin tarihî gelişmesi sade bir şekilde aşağıda özetlenmiştir:
ESKİ TÜRKÇE
Köktürkler döneminden itibaren yazılı metinlerle takip edilen ve gelişmesini 13. yüzyıla kadar tek yazı dili olarak sürdüren Türkçedir. Bu dönemde Türkçenin yayılma alanı ana hatlarıyla kuzeyde Yenisey ırmağı çevresinden ve Moğolistan’dan başlayıp Doğu Türkistan’ın güney sınırına; doğuda Mançurya’dan batıda Aral Gölü ve Hazar Denizine kadar olan bölgeyi içine alan Orta Asyadır. Eski Türkçe; Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemlerini içine alır. Birbirinden ayrı bölgelerde yeni kültür merkezleri kuran bütün Türkler, hangi boydan olurlarsa olsunlar hep bu yazı dilini kullanmışlardır.
Kuzey-Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi
11. yüzyıla kadar Altaylardan Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine, hatta Orta Avrupa ve Balkanlara doğru giden Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra ve İran devletlerinin de ortadan kalkmasıyla 11. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak bugünkü Azerbaycan, İran üzerinden Anadolu’ya doğru yönelmeye başlamışlardır. Sonunda 13. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu yeni bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Türklerin batıda Anadolu’ya, kuzeyde Karadeniz’in kuzeyi ve batısına kadar yayılmaları, buralarda yeni kültür merkezleri oluşturmaları, o bölge halkının ağzı ile eserler yazmaları sonucunda Türk yazı dili çeşitlenerek yayıldığı bölgelere göre biri Kuzey-Doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki kola ayrıldı. 13. yüzyılda Türkçenin ikinci bir yazı dili ortaya çıktığı için bu yüzyıl Türkçenin bir dönüm noktası olarak da değerlendirilir.
KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ
Orta Türkçe döneminde, Eski Türkçenin bir devamı olarak 13. ve 14. yüzyıllarda Orta Asya ile Hazar denizinin kuzeyindeki Türkler arasında kullanılan yazı dilidir. Eski Türkçenin birçok izlerini taşımakla birlikte yeni Türkçenin özellikleri de yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştır.
Kuzey ve Doğu Türkçesi arasındaki farkların giderek artmasıyla bu yazı dili, 15. yüzyılda Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak iki kolda gelişmesini sürdürmüştür:
a) Kuzey Türkçesi
Kıpçak Türkçesi ve Tatar Türkçesi olarak da adlandırılan Kuzey Türkçesi, Hazar denizinin kuzeyinden batıya doğru yayılan Türklerin kullandıkları yazı dilidir. Bugünkü Kazan Tatarlarının, Kırgızların ve Kazakların dilleri Kuzey Türkçesinin önde gelen kollarındandır.
b) Doğu Türkçesi
Harezm-Kıpçak Türkçesinin bir devamı olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar gelişmesini sürdüren, Orta Asya (yani Doğu) Türklüğünün yazı dilidir. Çağatayca olarak da adlandırılan bu yazı dili Sekkakî, Lütfî, Gedâî, Ali Şir Nevâyî, Hüseyin Baykara, Şiban Han, Muhammed Salih; Babür; Ebulgazi Bahadır Han gibi şair ve yazarlar tarafından temsil edilir.
Doğu Türkçesi günümüzde, Batı Türkistandaki Modern Özbek Türkçesiyle ve Doğu Türkistanda Yeni Uygur Türkçesiyle temsil edilmektedir.
Doğu Türkçesi günümüzde, Batı Türkistandaki Modern Özbek Türkçesiyle ve Doğu Türkistanda Yeni Uygur Türkçesiyle temsil edilmektedir.
BATI TÜRKÇESİ
Hazar’ın güneyinden batıya uzanan ve Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan ve Güney Azerbaycan), Anadolu, Adalar, Rumeli, Irak ve Suriye’de konuşulan Türkçeye Batı Türkçesi denmektedir. Bugünkü yazı dillerinin sınıflandırılmasında Türkiye Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen Türkçesi Batı Türkçesi grubunda yer almaktadır. Türk yazı dilinin bu kolu Oğuz lehçesine dayandığı için Oğuz grubu olarak da adlandırılır.
12. yüzyılın sonlarıyla 13. yüzyılın başlarından günümüze kadar kesintisiz olarak devam eden ve Eski Türkçeden sonra oluşan Türkçenin iki büyük kolundan biri olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dilidir. Türkçenin diğer yazı dillerine göre en çok gelişme gösteren koludur.
Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin ana kolunu oluşturur ve tarihî süreçte kendi içinde üç döneme ayrılır:
12. yüzyılın sonlarıyla 13. yüzyılın başlarından günümüze kadar kesintisiz olarak devam eden ve Eski Türkçeden sonra oluşan Türkçenin iki büyük kolundan biri olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dilidir. Türkçenin diğer yazı dillerine göre en çok gelişme gösteren koludur.
Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin ana kolunu oluşturur ve tarihî süreçte kendi içinde üç döneme ayrılır:
a) Eski Anadolu (Eski Türkiye) Türkçesi
13. yüzyılın başlarından 15. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli’de kullanılan, Oğuz temelindeki Türkçe olup Batı Türkçesinin ilk dönemini oluşturur.
Eski Anadolu Türkçesi, gramer şekilleri bakımından kısmen Eski Türkçeye bağlı olmakla birlikte, Kuzey ve Doğu Türkçelerine göre hızlı bir gelişme gösterdiği için bu dönemde yeni gramer şekilleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Eski Anadolu Türkçesini Anadolu’daki siyasi ve sosyal gelişmelere bağlı olarak kendi içinde Selçuklu Dönemi Türkçesi, Beylikler Dönemi Türkçesi ve Osmanlı Türkçesine Geçiş Dönemi Türkçesi olmak üzere üç döneme ayırmak mümkündür.
Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil Farsça olduğu için Türkçeyle dinî, ahlaki özellikler taşıyan ve daha çok, halka seslenen eserler yazılmıştır. Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Anadolu Beyliklerinde ise beylerin de millî geleneklere ve Türkçeye önem vermeleri sonucunda dil ve edebiyat açısından verimli bir dönem başlamıştır.
Arapça ve Farsça unsurların henüz fazla olmadığı bu dönemin Eski Türkçeden ayrılan özellikleri olmakla birlikte bugünkü Türkiye Türkçesinin de temelini oluşturur.
Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil Farsça olduğu için Türkçeyle dinî, ahlaki özellikler taşıyan ve daha çok, halka seslenen eserler yazılmıştır. Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Anadolu Beyliklerinde ise beylerin de millî geleneklere ve Türkçeye önem vermeleri sonucunda dil ve edebiyat açısından verimli bir dönem başlamıştır.
Arapça ve Farsça unsurların henüz fazla olmadığı bu dönemin Eski Türkçeden ayrılan özellikleri olmakla birlikte bugünkü Türkiye Türkçesinin de temelini oluşturur.
b) Osmanlı Türkçesi
Pratikte kısaca Osmanlıca diye de adlandırılan Osmanlı Türkçesi, 15. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı devletinin sınırları içinde kullanılan yazı dilidir.
Bu dönemin en belirgin özelliği Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden oldukça fazla kelime ve gramer şeklinin Türkçeye girmiş olmasıdır. Klasik bir edebiyat oluşturma ve sanat yapma anlayışıyla Türk yazı dili âdeta Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan üçüz bir dil hâline getirilmiştir. Konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklar her geçen gün artarken bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir dil, diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir dil ortaya çıkmıştır.
Bu dönemin en belirgin özelliği Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden oldukça fazla kelime ve gramer şeklinin Türkçeye girmiş olmasıdır. Klasik bir edebiyat oluşturma ve sanat yapma anlayışıyla Türk yazı dili âdeta Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan üçüz bir dil hâline getirilmiştir. Konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklar her geçen gün artarken bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir dil, diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir dil ortaya çıkmıştır.
c) Türkiye Türkçesi
Batı Türkçesinin bugün içinde bulunduğumuz üçüncü dönemidir. Türkiye Türkçesi teriminden, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili olan ve bugün çok geniş bir alanda kullanılan Türk yazı dili anlaşılır.
Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının (Z. Gökalp, A. C. Yöntem, A. Koyuncu) konuşma dilinden yeni bir yazı dili yaratma amacıyla Genç Kalemler dergisinde başlattıkları Yeni Lisan hareketi bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Türkçenin sadeleşmesinde de önemli bir yeri olan Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının (Z. Gökalp, A. C. Yöntem, A. Koyuncu) konuşma dilinden yeni bir yazı dili yaratma amacıyla Genç Kalemler dergisinde başlattıkları Yeni Lisan hareketi bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Türkçenin sadeleşmesinde de önemli bir yeri olan Yeni Lisan hareketinin gerçekleşmesinde bugün de geçerliğini sürdüren ilkeler benimsenmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren dil bilgisi kuralları ve bu kurallarla yapılan bütün tamlamalar kaldırılmalıdır.
Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerle yapılacak yeni isim ve sıfat tamlamaları, Türkçenin kurallarına göre yapılmalıdır.
Yazı diliyle konuşma dili arasındaki büyük ayrılığı kaldırmak için yazı dili konuşma diline yaklaştırılmalı, İstanbul konuşması, yazı dili olmalıdır.
Bu ilkelerden yola çıkarak taklit değil, yeni ve millî bir edebiyat meydana getirilmelidir.
Bu ilkelerden hareketle yabancı kural ve kelimelerden hızla temizlenen Türkçe, Millî Edebiyat Akımıyla da İstanbul ağzına dayanan bir yazı dili şeklinde gelişmesini sürdürdü.
“Türkiye Türkçesinin gelişmesi içinde Yeni Lisan hareketinden sonra en geniş çalışma Dil inkılabı
Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren dil bilgisi kuralları ve bu kurallarla yapılan bütün tamlamalar kaldırılmalıdır.
Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerle yapılacak yeni isim ve sıfat tamlamaları, Türkçenin kurallarına göre yapılmalıdır.
Yazı diliyle konuşma dili arasındaki büyük ayrılığı kaldırmak için yazı dili konuşma diline yaklaştırılmalı, İstanbul konuşması, yazı dili olmalıdır.
Bu ilkelerden yola çıkarak taklit değil, yeni ve millî bir edebiyat meydana getirilmelidir.
Bu ilkelerden hareketle yabancı kural ve kelimelerden hızla temizlenen Türkçe, Millî Edebiyat Akımıyla da İstanbul ağzına dayanan bir yazı dili şeklinde gelişmesini sürdürdü.
“Türkiye Türkçesinin gelişmesi içinde Yeni Lisan hareketinden sonra en geniş çalışma Dil inkılabı’dır… Bu hareketin ana hedefleri şunlardır:
1. Yeni Lisan hareketinden sonra da Türkçede kalmış bazı yabancı gramer şekilleri ve kelimeleri dilden atmak,
2. Dili, milleti birleştiren, millî kültür etrafında toplayan önemli bir varlık olarak görme fikrini genişletmek,
3. Türkçeye, yapı ve özelliklerine uygun bir gelişme zemini hazırlamak,
4. Türkçeyi eğitim dili hâline getirmek,
5. Türkçeyi, ilim ve kültür dili hâline getirmek,
6. Türkçeyi bir ilim kolu olarak inceleme ve araştırma konusu yapmak,
7. Dile yeni kelime katacak kelime türetme yollarına işlerlik kazandırarak, bu yolla dili zenginleştirmek.
Dil inkılabı ile Türkçede, 1940’lı yıllardan itibaren bir tasfiyecilik hareketi görülür. Zaman zaman Türkçenin tabii gelişmesinin önünü tıkayan bu tasfiyecilik hareketi artık hızını kaybetmiştir. Fakat bugün Türkiye Türkçesi yeni bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu da batı kökenli kelimelerin kullanılışının gittikçe artmasıdır.”
SÖZÜN ÖZÜ
Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. Konuşma dilinin tabiatından olmak üzere ülkede, birbirinden az çok farklı ağızların bulunması normaldir. Yazı dili, bir kültür dili olarak birleştirici bir özelliğe sahiptir. Üniversitelerde Türk dili derslerinin okutulma gerekçelerinden biri de konuşma dilini mümkün olduğu kadar yazı diline yaklaştırmak olduğu için ortak dille yazmaya ve konuşmaya özen gösterilmelidir.
Tarihin çok eski dönemlerinden beri birbirinden uzakta ve geniş bir coğrafyada varlığını sürdüren Türklerin dili, bir ana kaynaktan doğmakla birlikte bu uzun zaman içinde ve farklı bölgelerde bazen az, bazen de çok değişiklikle varlığını sürdürmektedir.
Türk yazı dilinin tarihi kısaca şöyle özetlenebilir: Türk yazı dilinin ilk dönemi, başlangıçtan 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine alan Eski Türkçedir. Eski Türkçeden öncesi karanlık dönemdir. Türkçenin uzak lehçeleri olan Yakutça ve Çuvaşça bu karanlık dönemde ana Türkçeden ayrılan kollardır.
12. ve 13. yüzyılda büyük gelişmeler ve değişmeler olmuş, Türkler Orta Asya’dan kuzeye ve batıya doğru yayılarak yeni kültür merkezleri oluşturmuşlardır. Bunun sonucunda Eski Türkçe dönemi bitmiş, biri Kuzey-Doğu diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki yeni yazı dili ortaya çıkmıştır. Kuzey-Doğu Türkçesindeki iki kol, 15. yüzyıldan itibaren farklılaşarak Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak ikiye ayrılmıştır. Kuzey Türkçesi Kıpçakça ile temsil edilirken Doğu Türkçesi Çağatayca adıyla da anılmış ve bugün yerini modern Özbek Türkçesine bırakmıştır.
Batı Türkçesi ise Hazar’ın güneyinden batıya yayılan Batı Türklüğünün yazı dili olarak 13. yüzyıldan itibaren kullanılmaktadır. Batı Türkçesi tarihî süreçte kendi içinde Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesi olmak üzere üç döneme ayrılır.
Dilin tarihî gelişimi dikkatle incelendiğinde şu sonucu çıkarmak mümkündür: Yeni coğrafyalarda birbirinden az çok uzakta yeni vatanlar kurmadan; yeni dinlerle, yeni kültürlerle, yeni medeniyetlerle... tanışmalardan dil doğal olarak etkilenmektedir. Ancak bu etkilenmenin derecesi, dilin asıl işlevi olan anlaşma görevini yerine getirmesini engelleyecek düzeyde olunca bu durum dilin yararına değil zararına olmaktadır. Osmanlı Türkçesinin son dönemlerinde olduğu gibi bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir Türkçe, diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir Türkçe, anlaşma görevini yerine getiremeyen bir Türkçe istenmiyorsa yabancı dillerden Türkçeye girmeye çalışan kelimelere ve dil kurallarına karşı dikkatli olunmalı, bahane ne olursa olsun bir kelimenin Türkçe karşılığı varken diğerleri asla kullanılmamalıdır.
Dilin tarihî gelişimi dikkatle incelendiğinde şu sonucu çıkarmak mümkündür: Yeni coğrafyalarda birbirinden az çok uzakta yeni vatanlar kurmadan; yeni dinlerle, yeni kültürlerle, yeni medeniyetlerle... tanışmalardan dil doğal olarak etkilenmektedir. Ancak bu etkilenmenin derecesi, dilin asıl işlevi olan anlaşma görevini yerine getirmesini engelleyecek düzeyde olunca bu durum dilin yararına değil zararına olmaktadır. Osmanlı Türkçesinin son dönemlerinde olduğu gibi bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir Türkçe, diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir Türkçe, anlaşma görevini yerine getiremeyen bir Türkçe istenmiyorsa yabancı dillerden Türkçeye girmeye çalışan kelimelere ve dil kurallarına karşı dikkatli olunmalı, bahane ne olursa olsun bir kelimenin Türkçe karşılığı varken diğerleri asla kullanılmamalıdır.
Yazı Dili
TÜRK DİLİNİN TARİHÎ DÖNEMLERİ
1. ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ
a) Köktürk Metinleri
b) Uygur Metinleri
c) Karahanlı Metinleri
2. ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ
3. YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ
4. MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ
ESKİ TÜRKÇE
KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ
BATI TÜRKÇESİ
a) Eski Anadolu (Eski Türkiye) Türkçesi
b) Osmanlı Türkçesi
Konuşma Dili
Konuşma dili, günlük hayatta diğer insanlarla iletişim kurmak için konuşurken kullanılan dildir. Bu dil, doğal olduğu için konuşurken cümlenin kurallı olup olmadığına, kelimelerin doğru sıralanıp sıralanmadığına, söyleyişin doğru olup olmadığına pek dikkat edilmez. Bu sebeple zaman içinde, bölgeden bölgeye değişen birtakım söyleyiş ve kelime farklılıkları ortaya çıkar. Bu farklılıkların tarihî süreç içinde, bölgelere göre geçirdiği maceradan o dilin lehçeleri ortaya çıkar.
Lehçe, bir dilin değişik bölgelerde, aynı dil grubuna dâhil kişiler tarafından konuşulan değişik biçimidir. Lehçede kelime farklılıkları, ses ve yapı yönüyle ayrılıklar bulunur. Türkçenin yirmi civarında lehçesi vardır. Türkçenin uzak lehçeleri olan Yakutça ve Çuvaşça bugünkü lehçelerle -ayrı bir dil olduklarını düşündürecek kadar- çok büyük farklılıklar gösterirler. Türkmence, Özbekçe, Gagavuzca, Kazakça vb. Türkçenin bugünkü lehçelerindendir.
Ağız ise bir dil veya lehçenin yakın zamanda ayrılmış, bölgeden bölgeye veya şehirden şehire sadece söyleyiş farklılıkları gösteren küçük kollarıdır. Ağızlardaki ayrılıklar çoğu zaman söyleyişten öteye gitmez. Konuşmada görülen bu durum, zaten yazı diline de yansıtılmaz.
Konya şivesi, Erzurum lehçesi, Urfa şivesi gibi adlandırmalar yanlıştır. Doğrusu; Konya ağzı, Erzurum ağzı, Urfa ağzı şeklindedir.
Konya şivesi, Erzurum lehçesi, Urfa şivesi gibi adlandırmalar yanlıştır. Doğrusu; Konya ağzı, Erzurum ağzı, Urfa ağzı şeklindedir.
Yazı Dili
Yazı dili, adından anlaşılacağı üzere yazıda kullanılan dildir. Dilde birliği, anlaşma kolaylığını sağlamak için kullanılan kitap dilidir, kültür dilidir, edebî dildir. Konuşma dilinin her bölgenin doğal, günlük dili olmasına karşılık yazı dili, okuma yazmada kullanılan ortak dildir.
Dil tarihi uzmanları, Türk dilinin tarihî gelişimini dönemlere ayırırken metinlerle takip edilen dönemden öncesi için birbirinden az çok farklı ayrımlar ve adlandırmalar yaparlar. Bu farklılıkları bir kenara bırakarak Türk dilinin tarihî dönemlerini şöyle özetleyebiliriz:
1. Altay Dil Birliği Dönemi:
Türkçenin Altay dillerinden (Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca) henüz ayrılmadığı karanlık bir dönem olarak değerlendirilir.
2. En Eski Türkçe Dönemi:
Türkçenin bağımsız bir dil olarak ana Altaycadan ayrıldığı dönem olarak kabul edilmektedir.
3. İlk Türkçe Dönemi:
Hun, Avar, Hazar, Bulgar dillerinin Türkçeden henüz ayrılmadığı dönem olarak gösterilir.
Türkçenin metinlerle takip edilebilen bu dönemleri sırasıyla şöyledir:
TÜRK DİLİNİN TARİHÎ DÖNEMLERİ
1. ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ
a) Köktürk Metinleri
b) Uygur Metinleri
c) Karahanlı Metinleri
2. ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ
3. YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ
4. MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ
ESKİ TÜRKÇE
KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ
BATI TÜRKÇESİ
a) Eski Anadolu (Eski Türkiye) Türkçesi
b) Osmanlı Türkçesi
c) Türkiye Türkçesi
Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. TÜRK DİLİNİN TARİHÎ DÖNEMLERİ VE GELİŞMESİ
Konuşma Dili
Konuşma dili, günlük hayatta diğer insanlarla iletişim kurmak için konuşurken kullanılan dildir. Bu dil, doğal olduğu için konuşurken cümlenin kurallı olup olmadığına, kelimelerin doğru sıralanıp sıralanmadığına, söyleyişin doğru olup olmadığına pek dikkat edilmez. Bu sebeple zaman içinde, bölgeden bölgeye değişen birtakım söyleyiş ve kelime farklılıkları ortaya çıkar. Bu farklılıkların tarihî süreç içinde, bölgelere göre geçirdiği maceradan o dilin lehçeleri ortaya çıkar.
Lehçe, bir dilin değişik bölgelerde, aynı dil grubuna dâhil kişiler tarafından konuşulan değişik biçimidir. Lehçede kelime farklılıkları, ses ve yapı yönüyle ayrılıklar bulunur. Türkçenin yirmi civarında lehçesi vardır. Türkçenin uzak lehçeleri olan Yakutça ve Çuvaşça bugünkü lehçelerle -ayrı bir dil olduklarını düşündürecek kadar- çok büyük farklılıklar gösterirler. Türkmence, Özbekçe, Gagavuzca, Kazakça vb. Türkçenin bugünkü lehçelerindendir.
Ağız ise bir dil veya lehçenin yakın zamanda ayrılmış, bölgeden bölgeye veya şehirden şehire sadece söyleyiş farklılıkları gösteren küçük kollarıdır. Ağızlardaki ayrılıklar çoğu zaman söyleyişten öteye gitmez. Konuşmada görülen bu durum, zaten yazı diline de yansıtılmaz.
Konya şivesi, Erzurum lehçesi, Urfa şivesi gibi adlandırmalar yanlıştır. Doğrusu; Konya ağzı, Erzurum ağzı, Urfa ağzı şeklindedir.
Konya şivesi, Erzurum lehçesi, Urfa şivesi gibi adlandırmalar yanlıştır. Doğrusu; Konya ağzı, Erzurum ağzı, Urfa ağzı şeklindedir.
Yazı Dili
Yazı dili, adından anlaşılacağı üzere yazıda kullanılan dildir. Dilde birliği, anlaşma kolaylığını sağlamak için kullanılan kitap dilidir, kültür dilidir, edebî dildir. Konuşma dilinin her bölgenin doğal, günlük dili olmasına karşılık yazı dili, okuma yazmada kullanılan ortak dildir.
TÜRK DİLİNİN TARİHÎ DÖNEMLERİ
1. Altay Dil Birliği Dönemi:
Türkçenin Altay dillerinden (Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca) henüz ayrılmadığı karanlık bir dönem olarak değerlendirilir.
2. En Eski Türkçe Dönemi:
Türkçenin bağımsız bir dil olarak ana Altaycadan ayrıldığı dönem olarak kabul edilmektedir.
3. İlk Türkçe Dönemi:
Hun, Avar, Hazar, Bulgar dillerinin Türkçeden henüz ayrılmadığı dönem olarak gösterilir.
Türkçenin metinlerle takip edilebilen bu dönemleri sırasıyla şöyledir:
1. ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ (6.–13. yüzyıllar arası)
Türkçenin belgelerle takip edilen ilk dönemi olup 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine alır. Türkçenin bütün dönemleri hesaba katıldığında hem ses ve biçim bilgisi hem söz varlığı bakımından en saf ve duru dönemidir.
a) Köktürk Metinleri
Köktürklerin kendi icadı olan Köktürk alfabesiyle taşlar (bengü taşlar) üzerine yazılan metinlerdir. Bir kısmı çeşitli albüm ve dergilerde tanıtılan, bir kısmı ise henüz yayımlanmamış irili ufaklı bu metinlerin sayısı 250’den fazladır. Bengü taşların en meşhurları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir. Metin itibariyle daha uzun ve kapsamlı olan bu yazıtlar dışında Köktürk çağına ait diğer bengü taşlar şunlardır: Çoyrın, Hoytu Tamir, Nalayha, Talas, Hangiday, İhe-Nûr, Köl İç Çor (İhe-Huşotu), İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Altun Tamgan Tarkan (İhe-Aşete), Mahan Kağan (Bugut).
Bunlardan “Çoyrın bengü taşının 687-692 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir. Eğer bu tahmin doğruysa, altı satırlık bu taş, Türkçe yazılmış olan ve Köktürk harflerinin kullanılmış bulunduğu ilk metin olmaktadır.”
Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistanda Esik kurganından
Bunlardan “Çoyrın bengü taşının 687-692 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir. Eğer bu tahmin doğruysa, altı satırlık bu taş, Türkçe yazılmış olan ve Köktürk harflerinin kullanılmış bulunduğu ilk metin olmaktadır.”
Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistanda Esik kurganından (Altın Elbiseli Adam) çıkan bakır tas üzerindeki Köktürk işaretli kısa yazının okunuşu doğrulanırsa Türk yazı dilinin belgeleri Çoyrın (veya Çoyr) bengü taşından 1200 yıl kadar daha önceye gidecek demektir.
Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistanda Esik kurganından
Bunlardan “Çoyrın bengü taşının 687-692 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir. Eğer bu tahmin doğruysa, altı satırlık bu taş, Türkçe yazılmış olan ve Köktürk harflerinin kullanılmış bulunduğu ilk metin olmaktadır.”
Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistanda Esik kurganından (Altın Elbiseli Adam) çıkan bakır tas üzerindeki Köktürk işaretli kısa yazının okunuşu doğrulanırsa Türk yazı dilinin belgeleri Çoyrın (veya Çoyr) bengü taşından 1200 yıl kadar daha önceye gidecek demektir.
b) Uygur Metinleri
Köktürk devleti yıkıldıktan sonra tarih sahnesinde Uygurlar görülür. Yeni bir din arayışıyla Budizm’i benimseyen Uygurlar, Uygur yazısı ve Mani, Brahmi yazılarıyla taş ve kâğıt üzerine yazılmış çeşitli metinlerle kütük basması eserler bırakmışlardır. Doğu Türkistan’daki kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili olanlar da vardır. En önemlileri şunlardır:
Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın):
Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlakî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.
Altun Yaruk (Altın Işık):
Sıngku Seli Tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilen en hacimli sudurdur. Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini içerir. Bunlardan en meşhurları Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi (Açlıktan ölmek üzere olan parsı kurtarmak için kendini feda eden şehzadenin hikâyesi), Dantipali Beğ hikâyesi (Maiyetindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden geyikler beğini Dantipali Beğ öldürür ve korkunç alevler de Dantipali Beğ’i yutar.) ve Çaştani Beğ hikâyesi (Ülkesindeki insanlara hastalık ve bela getiren şeytanlarla Çaştani Beğ’in mücadelesi)dir.
Irk Bitig (Fal Kitabı):
Köktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan altmış beş paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.
Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi:
Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir: İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır.
c) Karahanlı Metinleri
Eski Türkçenin Karahanlı dönemine ait başlıca eserleri şunlardır:
Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi):
Yusuf Has Hâcib, 1069-1070 yılında 6645 beyit olarak yazdığı bu eserinde devlet, adalet, insan ve aklı temsil eden dört sembolik kişiyi birbirleriyle konuşturarak insanlara iki cihanda mesut olmanın yolunu göstermiştir. Siyasetname niteliğindeki eserde, ideal bireylerden oluşan bir toplum ve devlet göz önünde canlandırılmıştır. Kutadgu Bilig, İslamlığın etkisindeki Türk edebiyatının ilk ürünüdür. Dil ve edebiyat tarihi yanında kültür tarihi bakımından da önemli kaynaklardan biridir.
Dîvânü Lûgati’t-Türk:
Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin üstünlüğünü göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072’de yazılmaya başlanan ve 1077 yılında halife Ebü’l-Kasım Abdullah’a sunulan bu eser, ansiklopedik bir Türk dili sözlüğüdür. Dîvânü Lûgati’t-Türk, 11. yüzyıl Orta Asya Türk dünyasının en sağlam dil mirası olmasının yanında Türk kültürü ve medeniyetinin eşsiz kaynaklarından biridir.
Atabetü’l-Hakâyık (Gerçeklerin Eşiği):
Dinî ve tasavvufi konuların anlatıldığı bu eserin Edib Ahmet tarafından 12. yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Kitapta; bilginin yararı, cahilliğin zararı, dili tutmanın önemi, cimriliğin kötülüğü, cömertliğin iyiliği, alçak gönüllüğünün güzelliği, kibrin kötülüğü gibi konular işlenmiştir. Eser bu bakımdan öğretici bir özelliğe sahiptir.
Divân-ı Hikmet:
Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirlerine hikmet, bu şiirlerin toplandığı defterlere Divân-ı Hikmetdenmektedir. Bu eserdeki şiirlerin hepsi, Hoca Ahmet Yesevî’ye ait değildir. Kitapta, öğretici yönü ağır basan manzumeler vardır. Hoca Ahmet Yesevî, Türklerin İslamı daha iyi tanımalarına hizmet etmiş, yaşadığı dönemde birleştirci bir rol üstlenmiş, Hacı Bektaşi Velilerin, Yunus Emrelerin, Mahdum Kuluların yetişmesine vesile olmuştur.
Eski Türkçe dönemine ait yukarıdaki metinlerin ortak özelliği, hepsinin öğretici nitelikte olmasıdır. Köktürk metinleri henüz yerleşik olmayan kültüre ait olup Köktürk yazısıyla taşlar üzerine yazılmış, hitabet türünün ilk ve mükemmel örneklerindendir.
Uygur metinlerinin çoğu, Maniheizm ve Budizm
Uygur metinlerinin çoğu, Maniheizm ve Budizm’in öğretilerini hikâye üslubuyla anlatır. Uygur alfabesiyle (deri, ağaç kabukları, kâğıt vb. gibi) farklı malzemeler üzerine yazılmıştır. Bunların çoğu henüz yayımlanmamıştır.
Karahanlı metinleri ise şehir kültürüne ait ilk İslami eserlerden olup Arap temelli alfabeyle, kitap biçiminde yazılmıştır. Dil ve kültür tarihi açısından son derece kıymetli eserlerdir.
2. ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ (13.–15. yüzyıllar arası)
Eski Türkçeyle yeni Türkçeyi birbirine bağlayan geçiş dönemidir. Bu dönemde bütün Orta Asya’da kullanılan Türkçeye, Ortak Türkçe, Müşterek Orta Asya Türkçesi adları da verilmiştir.
Türk dili ve Türk kültüründe önemli değişmelerin olduğu bu dönem, Harezm Türkçesi ile temsil edilir. Harezm Türkçesi, 13. ve 14. yüzyıllarda Batı Türkistandaki yazı diline verilen isimdir. Edebî gelenekler bakımından Karahanlı Türkçesine dayanan bu yazı dili, Oğuz
Türk dili ve Türk kültüründe önemli değişmelerin olduğu bu dönem, Harezm Türkçesi ile temsil edilir. Harezm Türkçesi, 13. ve 14. yüzyıllarda Batı Türkistandaki yazı diline verilen isimdir. Edebî gelenekler bakımından Karahanlı Türkçesine dayanan bu yazı dili, Oğuz ve Kıpçak lehçelerinden de etkilenmiştir.
Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine geçiş olarak değerlendirilen bu dönemde dil tarihi bakımından önemli eserler yazılmıştır.
3. YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ (15.–20. yüzyıllar arası)
Orta Türkçe dönemindeki Türk lehçelerinin, edebiyatlarının gelişerek devam ettiği dönemdir. Bu dönemi, dil bilgisi yapısı bakımından belli farklılıklar olmakla birlikte Orta Türkçe Dönemi’nden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değildir. Ancak Türkçenin dış etkiler sebebiyle bazı değişikliklere uğradığı zamanlar bu dönem içinde değerlendirilebilir.
Bu dönemde bir tarafta Orhun, Uygur, Karahanlı Türkçeleri, Harezm Türkçesi ve onun devamı niteliğinde olan ve geçmişteki ses ve yapı bilgisi özelliklerini koruyan Çağatay Türkçesi gelişmesinini sürdürürken diğer tarafta Anadolu Selçuklularıyla birlikte Oğuz ağzı yazı dili olmaya başlamış ve kısa sürede büyük gelişmeler göstererek Türkçenin ikinci büyük, edebî yazı dili olmuştur.
Bu dönemde bir tarafta Orhun, Uygur, Karahanlı Türkçeleri, Harezm Türkçesi ve onun devamı niteliğinde olan ve geçmişteki ses ve yapı bilgisi özelliklerini koruyan Çağatay Türkçesi gelişmesinini sürdürürken diğer tarafta Anadolu Selçuklularıyla birlikte Oğuz ağzı yazı dili olmaya başlamış ve kısa sürede büyük gelişmeler göstererek Türkçenin ikinci büyük, edebî yazı dili olmuştur.
4. MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
20. yüzyıldan itibaren bugünü de içine alan bütün Türk bölgelerinde devam eden Türkçedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de çok geniş bir alanda oldukça hareketli bir görünüm arz eden Türkçe, günümüzde yirmiye yakın yazı diliyle varlığını devam ettirmektedir.
TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ
Türkler 6. yüzyıldan itibaren değişik bölgelerde, farklı alfabelerle yazılmış dil yadigârları bırakmışlardır. Bu eserlerde din, alfabe, konu... gibi farklılıkların yanında kullanılan malzemede de çeşitlilik vardır. Bunların bazıları taşlar üzerine, bazıları ağaç kütüklerine, bazıları derilere, kâğıtlara yazılmıştır. Türk yazı dilinin tarihî gelişmesi sade bir şekilde aşağıda özetlenmiştir:
ESKİ TÜRKÇE
Köktürkler döneminden itibaren yazılı metinlerle takip edilen ve gelişmesini 13. yüzyıla kadar tek yazı dili olarak sürdüren Türkçedir. Bu dönemde Türkçenin yayılma alanı ana hatlarıyla kuzeyde Yenisey ırmağı çevresinden ve Moğolistan’dan başlayıp Doğu Türkistan’ın güney sınırına; doğuda Mançurya’dan batıda Aral Gölü ve Hazar Denizine kadar olan bölgeyi içine alan Orta Asyadır. Eski Türkçe; Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemlerini içine alır. Birbirinden ayrı bölgelerde yeni kültür merkezleri kuran bütün Türkler, hangi boydan olurlarsa olsunlar hep bu yazı dilini kullanmışlardır.
Kuzey-Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi
11. yüzyıla kadar Altaylardan Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine, hatta Orta Avrupa ve Balkanlara doğru giden Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra ve İran devletlerinin de ortadan kalkmasıyla 11. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak bugünkü Azerbaycan, İran üzerinden Anadolu’ya doğru yönelmeye başlamışlardır. Sonunda 13. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu yeni bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Türklerin batıda Anadolu’ya, kuzeyde Karadeniz’in kuzeyi ve batısına kadar yayılmaları, buralarda yeni kültür merkezleri oluşturmaları, o bölge halkının ağzı ile eserler yazmaları sonucunda Türk yazı dili çeşitlenerek yayıldığı bölgelere göre biri Kuzey-Doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki kola ayrıldı. 13. yüzyılda Türkçenin ikinci bir yazı dili ortaya çıktığı için bu yüzyıl Türkçenin bir dönüm noktası olarak da değerlendirilir.
KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ
Orta Türkçe döneminde, Eski Türkçenin bir devamı olarak 13. ve 14. yüzyıllarda Orta Asya ile Hazar denizinin kuzeyindeki Türkler arasında kullanılan yazı dilidir. Eski Türkçenin birçok izlerini taşımakla birlikte yeni Türkçenin özellikleri de yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştır.
Kuzey ve Doğu Türkçesi arasındaki farkların giderek artmasıyla bu yazı dili, 15. yüzyılda Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak iki kolda gelişmesini sürdürmüştür:
a) Kuzey Türkçesi
Kıpçak Türkçesi ve Tatar Türkçesi olarak da adlandırılan Kuzey Türkçesi, Hazar denizinin kuzeyinden batıya doğru yayılan Türklerin kullandıkları yazı dilidir. Bugünkü Kazan Tatarlarının, Kırgızların ve Kazakların dilleri Kuzey Türkçesinin önde gelen kollarındandır.
b) Doğu Türkçesi
Harezm-Kıpçak Türkçesinin bir devamı olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar gelişmesini sürdüren, Orta Asya (yani Doğu) Türklüğünün yazı dilidir. Çağatayca olarak da adlandırılan bu yazı dili Sekkakî, Lütfî, Gedâî, Ali Şir Nevâyî, Hüseyin Baykara, Şiban Han, Muhammed Salih; Babür; Ebulgazi Bahadır Han gibi şair ve yazarlar tarafından temsil edilir.
Doğu Türkçesi günümüzde, Batı Türkistandaki Modern Özbek Türkçesiyle ve Doğu Türkistanda Yeni Uygur Türkçesiyle temsil edilmektedir.
Doğu Türkçesi günümüzde, Batı Türkistandaki Modern Özbek Türkçesiyle ve Doğu Türkistanda Yeni Uygur Türkçesiyle temsil edilmektedir.
BATI TÜRKÇESİ
Hazar’ın güneyinden batıya uzanan ve Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan ve Güney Azerbaycan), Anadolu, Adalar, Rumeli, Irak ve Suriye’de konuşulan Türkçeye Batı Türkçesi denmektedir. Bugünkü yazı dillerinin sınıflandırılmasında Türkiye Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen Türkçesi Batı Türkçesi grubunda yer almaktadır. Türk yazı dilinin bu kolu Oğuz lehçesine dayandığı için Oğuz grubu olarak da adlandırılır.
12. yüzyılın sonlarıyla 13. yüzyılın başlarından günümüze kadar kesintisiz olarak devam eden ve Eski Türkçeden sonra oluşan Türkçenin iki büyük kolundan biri olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dilidir. Türkçenin diğer yazı dillerine göre en çok gelişme gösteren koludur.
Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin ana kolunu oluşturur ve tarihî süreçte kendi içinde üç döneme ayrılır:
12. yüzyılın sonlarıyla 13. yüzyılın başlarından günümüze kadar kesintisiz olarak devam eden ve Eski Türkçeden sonra oluşan Türkçenin iki büyük kolundan biri olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dilidir. Türkçenin diğer yazı dillerine göre en çok gelişme gösteren koludur.
Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin ana kolunu oluşturur ve tarihî süreçte kendi içinde üç döneme ayrılır:
a) Eski Anadolu (Eski Türkiye) Türkçesi
13. yüzyılın başlarından 15. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli’de kullanılan, Oğuz temelindeki Türkçe olup Batı Türkçesinin ilk dönemini oluşturur.
Eski Anadolu Türkçesi, gramer şekilleri bakımından kısmen Eski Türkçeye bağlı olmakla birlikte, Kuzey ve Doğu Türkçelerine göre hızlı bir gelişme gösterdiği için bu dönemde yeni gramer şekilleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Eski Anadolu Türkçesini Anadolu’daki siyasi ve sosyal gelişmelere bağlı olarak kendi içinde Selçuklu Dönemi Türkçesi, Beylikler Dönemi Türkçesi ve Osmanlı Türkçesine Geçiş Dönemi Türkçesi olmak üzere üç döneme ayırmak mümkündür.
Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil Farsça olduğu için Türkçeyle dinî, ahlaki özellikler taşıyan ve daha çok, halka seslenen eserler yazılmıştır. Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Anadolu Beyliklerinde ise beylerin de millî geleneklere ve Türkçeye önem vermeleri sonucunda dil ve edebiyat açısından verimli bir dönem başlamıştır.
Arapça ve Farsça unsurların henüz fazla olmadığı bu dönemin Eski Türkçeden ayrılan özellikleri olmakla birlikte bugünkü Türkiye Türkçesinin de temelini oluşturur.
Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil Farsça olduğu için Türkçeyle dinî, ahlaki özellikler taşıyan ve daha çok, halka seslenen eserler yazılmıştır. Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Anadolu Beyliklerinde ise beylerin de millî geleneklere ve Türkçeye önem vermeleri sonucunda dil ve edebiyat açısından verimli bir dönem başlamıştır.
Arapça ve Farsça unsurların henüz fazla olmadığı bu dönemin Eski Türkçeden ayrılan özellikleri olmakla birlikte bugünkü Türkiye Türkçesinin de temelini oluşturur.
b) Osmanlı Türkçesi
Pratikte kısaca Osmanlıca diye de adlandırılan Osmanlı Türkçesi, 15. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı devletinin sınırları içinde kullanılan yazı dilidir.
Bu dönemin en belirgin özelliği Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden oldukça fazla kelime ve gramer şeklinin Türkçeye girmiş olmasıdır. Klasik bir edebiyat oluşturma ve sanat yapma anlayışıyla Türk yazı dili âdeta Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan üçüz bir dil hâline getirilmiştir. Konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklar her geçen gün artarken bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir dil, diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir dil ortaya çıkmıştır.
Bu dönemin en belirgin özelliği Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden oldukça fazla kelime ve gramer şeklinin Türkçeye girmiş olmasıdır. Klasik bir edebiyat oluşturma ve sanat yapma anlayışıyla Türk yazı dili âdeta Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan üçüz bir dil hâline getirilmiştir. Konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklar her geçen gün artarken bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir dil, diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir dil ortaya çıkmıştır.
c) Türkiye Türkçesi
Batı Türkçesinin bugün içinde bulunduğumuz üçüncü dönemidir. Türkiye Türkçesi teriminden, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili olan ve bugün çok geniş bir alanda kullanılan Türk yazı dili anlaşılır.
Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının (Z. Gökalp, A. C. Yöntem, A. Koyuncu) konuşma dilinden yeni bir yazı dili yaratma amacıyla Genç Kalemler dergisinde başlattıkları Yeni Lisan hareketi bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Türkçenin sadeleşmesinde de önemli bir yeri olan Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının (Z. Gökalp, A. C. Yöntem, A. Koyuncu) konuşma dilinden yeni bir yazı dili yaratma amacıyla Genç Kalemler dergisinde başlattıkları Yeni Lisan hareketi bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Türkçenin sadeleşmesinde de önemli bir yeri olan Yeni Lisan hareketinin gerçekleşmesinde bugün de geçerliğini sürdüren ilkeler benimsenmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren dil bilgisi kuralları ve bu kurallarla yapılan bütün tamlamalar kaldırılmalıdır.
Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerle yapılacak yeni isim ve sıfat tamlamaları, Türkçenin kurallarına göre yapılmalıdır.
Yazı diliyle konuşma dili arasındaki büyük ayrılığı kaldırmak için yazı dili konuşma diline yaklaştırılmalı, İstanbul konuşması, yazı dili olmalıdır.
Bu ilkelerden yola çıkarak taklit değil, yeni ve millî bir edebiyat meydana getirilmelidir.
Bu ilkelerden hareketle yabancı kural ve kelimelerden hızla temizlenen Türkçe, Millî Edebiyat Akımıyla da İstanbul ağzına dayanan bir yazı dili şeklinde gelişmesini sürdürdü.
“Türkiye Türkçesinin gelişmesi içinde Yeni Lisan hareketinden sonra en geniş çalışma Dil inkılabı
Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren dil bilgisi kuralları ve bu kurallarla yapılan bütün tamlamalar kaldırılmalıdır.
Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerle yapılacak yeni isim ve sıfat tamlamaları, Türkçenin kurallarına göre yapılmalıdır.
Yazı diliyle konuşma dili arasındaki büyük ayrılığı kaldırmak için yazı dili konuşma diline yaklaştırılmalı, İstanbul konuşması, yazı dili olmalıdır.
Bu ilkelerden yola çıkarak taklit değil, yeni ve millî bir edebiyat meydana getirilmelidir.
Bu ilkelerden hareketle yabancı kural ve kelimelerden hızla temizlenen Türkçe, Millî Edebiyat Akımıyla da İstanbul ağzına dayanan bir yazı dili şeklinde gelişmesini sürdürdü.
“Türkiye Türkçesinin gelişmesi içinde Yeni Lisan hareketinden sonra en geniş çalışma Dil inkılabı’dır… Bu hareketin ana hedefleri şunlardır:
1. Yeni Lisan hareketinden sonra da Türkçede kalmış bazı yabancı gramer şekilleri ve kelimeleri dilden atmak,
2. Dili, milleti birleştiren, millî kültür etrafında toplayan önemli bir varlık olarak görme fikrini genişletmek,
3. Türkçeye, yapı ve özelliklerine uygun bir gelişme zemini hazırlamak,
4. Türkçeyi eğitim dili hâline getirmek,
5. Türkçeyi, ilim ve kültür dili hâline getirmek,
6. Türkçeyi bir ilim kolu olarak inceleme ve araştırma konusu yapmak,
7. Dile yeni kelime katacak kelime türetme yollarına işlerlik kazandırarak, bu yolla dili zenginleştirmek.
Dil inkılabı ile Türkçede, 1940’lı yıllardan itibaren bir tasfiyecilik hareketi görülür. Zaman zaman Türkçenin tabii gelişmesinin önünü tıkayan bu tasfiyecilik hareketi artık hızını kaybetmiştir. Fakat bugün Türkiye Türkçesi yeni bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu da batı kökenli kelimelerin kullanılışının gittikçe artmasıdır.”
SÖZÜN ÖZÜ
Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. Konuşma dilinin tabiatından olmak üzere ülkede, birbirinden az çok farklı ağızların bulunması normaldir. Yazı dili, bir kültür dili olarak birleştirici bir özelliğe sahiptir. Üniversitelerde Türk dili derslerinin okutulma gerekçelerinden biri de konuşma dilini mümkün olduğu kadar yazı diline yaklaştırmak olduğu için ortak dille yazmaya ve konuşmaya özen gösterilmelidir.
Tarihin çok eski dönemlerinden beri birbirinden uzakta ve geniş bir coğrafyada varlığını sürdüren Türklerin dili, bir ana kaynaktan doğmakla birlikte bu uzun zaman içinde ve farklı bölgelerde bazen az, bazen de çok değişiklikle varlığını sürdürmektedir.
Türk yazı dilinin tarihi kısaca şöyle özetlenebilir: Türk yazı dilinin ilk dönemi, başlangıçtan 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine alan Eski Türkçedir. Eski Türkçeden öncesi karanlık dönemdir. Türkçenin uzak lehçeleri olan Yakutça ve Çuvaşça bu karanlık dönemde ana Türkçeden ayrılan kollardır.
12. ve 13. yüzyılda büyük gelişmeler ve değişmeler olmuş, Türkler Orta Asya’dan kuzeye ve batıya doğru yayılarak yeni kültür merkezleri oluşturmuşlardır. Bunun sonucunda Eski Türkçe dönemi bitmiş, biri Kuzey-Doğu diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki yeni yazı dili ortaya çıkmıştır. Kuzey-Doğu Türkçesindeki iki kol, 15. yüzyıldan itibaren farklılaşarak Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak ikiye ayrılmıştır. Kuzey Türkçesi Kıpçakça ile temsil edilirken Doğu Türkçesi Çağatayca adıyla da anılmış ve bugün yerini modern Özbek Türkçesine bırakmıştır.
Batı Türkçesi ise Hazar’ın güneyinden batıya yayılan Batı Türklüğünün yazı dili olarak 13. yüzyıldan itibaren kullanılmaktadır. Batı Türkçesi tarihî süreçte kendi içinde Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesi olmak üzere üç döneme ayrılır.
Dilin tarihî gelişimi dikkatle incelendiğinde şu sonucu çıkarmak mümkündür: Yeni coğrafyalarda birbirinden az çok uzakta yeni vatanlar kurmadan; yeni dinlerle, yeni kültürlerle, yeni medeniyetlerle... tanışmalardan dil doğal olarak etkilenmektedir. Ancak bu etkilenmenin derecesi, dilin asıl işlevi olan anlaşma görevini yerine getirmesini engelleyecek düzeyde olunca bu durum dilin yararına değil zararına olmaktadır. Osmanlı Türkçesinin son dönemlerinde olduğu gibi bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir Türkçe, diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir Türkçe, anlaşma görevini yerine getiremeyen bir Türkçe istenmiyorsa yabancı dillerden Türkçeye girmeye çalışan kelimelere ve dil kurallarına karşı dikkatli olunmalı, bahane ne olursa olsun bir kelimenin Türkçe karşılığı varken diğerleri asla kullanılmamalıdır.
Dilin tarihî gelişimi dikkatle incelendiğinde şu sonucu çıkarmak mümkündür: Yeni coğrafyalarda birbirinden az çok uzakta yeni vatanlar kurmadan; yeni dinlerle, yeni kültürlerle, yeni medeniyetlerle... tanışmalardan dil doğal olarak etkilenmektedir. Ancak bu etkilenmenin derecesi, dilin asıl işlevi olan anlaşma görevini yerine getirmesini engelleyecek düzeyde olunca bu durum dilin yararına değil zararına olmaktadır. Osmanlı Türkçesinin son dönemlerinde olduğu gibi bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir Türkçe, diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir Türkçe, anlaşma görevini yerine getiremeyen bir Türkçe istenmiyorsa yabancı dillerden Türkçeye girmeye çalışan kelimelere ve dil kurallarına karşı dikkatli olunmalı, bahane ne olursa olsun bir kelimenin Türkçe karşılığı varken diğerleri asla kullanılmamalıdır.