Hatıra-Gerçek Bir Hikâye
GERÇEK BİR HİKÂYE
Paris’te 1938’de, Casino de Paris’in vestiyeri kadın, temsil bittikten sonra, Amerikalı müşterilerden birine pardösüsünü giydirir.
Müşteri hemen pardösüyü çıkarır:
— Bu benim değil, der.
Vestiyer, Amerikalının trençkotunu arar arar, bulamaz. Yanlışlıkla bunu bir müşteriye giydirdiğini anlar, hatta onun da yüzünü hatırlar. Trençkotun cebinde 150 dolar kadar para ve Amerikan sigaraları vardır. Vestiyer kadın, bütün bunları ödemekle kalmayacak, tiyatro ile mukavelesi de bozulacaktır. Telaş içindedir. Amerikalıdan ertesi güne kadar mühlet ister. O geceyi uykusuz geçirir ve düşünür: “Yanlışlıkla bu trençkotu giyip giden müşteri, Fransızsa geri getireceği şüphelidir. İngilizse geri getireceği muhakkaktır.” Böylece, zihninde bütün milletlere göre birer ahlâk notu verir.
Ertesi gün, sabahtan itibaren, gözleri kapıda.
Öğleye doğru, zayıf, gözlüklü, orta yaşlı ve orta boylu bir adam çıkagelir ve trençkotu ceplerindeki dolarlar ve sigaralarla vestiyere teslim eder. Kadın sevinçten deli gibidir. Namuslu müşteriye bir çift orkestra koltuğu hediye etmek ister, kabul ettiremez. Sorar:
— Fransız mısınız siz?
— Hayır, madam.
— İngiliz?
— Hayır.
— İtalyan?
— Hayır madam, ben Türk’üm.
O zaman, kadın gece düşündüklerini anlattıktan sonra:
— Türkler hiç hatırıma gelmemişti, der.
Ve müşteriye, Türk bayrağının rengini hatırlatan kırmızı ve beyaz güllerden acele yaptırdığı buketi hediye eder.
Bu hikâye doğrudur, çünkü buketi alan Türk benim. Trençkotu iade etmek, benim için üstünde durulmayacak kadar ehemmiyetsiz bir hareketti. Sadece vazifemi yapmıştım. Fakat kadının bu harekete karşı gösterdiği hayret ve hassasiyet, dünya ahlâkına karşı duyduğu şüphenin bir tezahürü olmak bakımından, beni ondan fazla hayrete düşürmüştü. İnsanlar bu kadar mı birbirlerine itimatlarını kaybetmişlerdi.
1938’den sonra, galiba, daha da fazla.
Dünyanın şüphesiz bir ahlâk problemi var.
Türkiye’ye gelince...
Yine görüşürüz.
Peyami Safa