Kültür Emperyalizmi
E-KÜTÜPHANE
Kültür Emperyalizmi
“dEEEEErmişim”
Savaş sadece cephede
kazanılmıyor. Bir de bakmışsınız kendi evinizde televizyonun karşısında,
sokağınızda, caddenizde, kahvede, işyerinizde, lokantada, sahada, kısacası
aklınıza gelebilen her yerde işgale uğramışsınız.
Farkında olmadan
“ötekileştirilen” bir vaziyete mi düştük acaba?
Şüphesiz ki uzun
zamana yayılmış bu ötekileştirme harekâtının stratejik bir yöntemi var. Kısa
zaman içerisinde en çok insana ulaşmanın en önemli enstrümanı olan medyanın
televizyon ayağı stratejinin en önemli silahı olarak karşımıza çıkıyor. Peki ne
oldu da böyle oldu? Fazla değil kırk beş yıl kadar önceye gidip bir bakalım
beraber.
Aslında Türkiye’de
televizyon yayınları ilk defa İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından 1952
yılında İTÜ Tv olarak 1. Banttan 100 watt güçle yayına başlamıştı. Her ne kadar
TRT yayına başlama tarihi olarak 1 Ocak 1968 yılını verse de TRT’nin ilk yayını
31 Ocak 1968 yılında Ankara Mithatpaşa Caddesindeki bodrum katından saat
19:30’da gerçekleştirildi. TRT kurulduktan kısa bir süre sonra İTÜ TV 1970
yılında kapandı. Yayınlar ilk yıllarda haftada üç gün, üçer saat olarak
yapılıyordu. Bir anda halk tarafından büyük bir ilgi ile karşılandı. Televizyon
yayınları ancak belli başlı yerlerdeki televizyonlardan izlenebiliyordu.
Televizyon o dönemde bir eğlence aracı değil başta haber olmak üzere halkın
eğitimini ve kültürel seviyesini artıracak bir farkındalık aracı olarak vardı.
Zaten Anayasa ve 359 sayılı yasa kapsamında TRT yayınları halkı eğitecezk ve
kültür seviyesini artıracak programlardan oluşmalıydı.
İlk yayın, TRT’nin
ilk spikeri Nuran Emren (Devres)’in “Burası üçüncü bant beşinci kanaldan deneme
yayını yapan Ankara Televizyonu. Sayın seyirciler, bugün 31 Ocak 1968 Çarşamba,
Ankara’dan televizyon yayımına başlıyoruz” sözleri ile başlamıştır. Aslında her
şey pek güzel başlamıştı, Türkçe TRT’nin müthiş yetenekli spikerleri tarafından
insanlara duyurulmaya çalışılıyordu.. TRT’de ilk yayınlanan programlardan olan
“Köy Meydanı”, “Köy Kahvesi” adlı tarım programları çok ilgi çekmişti.
Programlar kırsal kesime yönelik tarımla ilgili programlardı ve yine bu dönemde
“Kadın Ana” isimli tarıma yönelik bir drama olarak hazırlanmış ve kırsal kesim
tarafından büyük beğeni ile karşılanmıştı. 1972 yılında televizyonda ilk kez
“Bedava Dünya Gezisi” adlı yabancı dizi Türkçe seslendirildi. TRT, Münih 1972 Olimpiyat Oyunları‘yla ilk
dış naklen yayını gerçekleştirdi.
İşte zurnanın zırt
dediği yer tam burası.
Televizyon penceresi
artık dünyaya açılmıştı. “Daha Daha Daha” diyordu seyirci…
Ve…
Sonra, Lassie(ABD), Fury(Siyah İnci) (ABD),
Doludizgin(Bonanza) (ABD), Kaçak(ABD), Flipper(ABD), Tatlı Cadı(ABD), Uzay
Yolu(ABD), Görevimiz Tehlike(ABD), McMillan ve Karısı(ABD), Komser
Kolombo(ABD), San Fransisko Sokakları(ABD), Söz Savunmanın(ABD), Küçük Ev(ABD)
ve daha niceleri….
Yayın artık her güne
çıkmış, televizyon satışları patlamış, neredeyse her evde bir televizyon
bulunur olmuştu.
Hepimiz merakla
bekliyorduk haftaya ne olacak?
TRT, “halkı eğitecek
ve kültür seviyesini artıracak”
programlar yerine acaba farkında olmadan başka kültürlere özendirici
yayınlar mı yapıyordu ne?!
Aman canım ne olacak
ki, hem bir rivayete göre bunların bazılarını hibe olarak alıyor ya da çok ucuz
fiyatlara ithal ediyorduk. Ne zararı olabilirdi ki.
Şimdi gelelim 2013
yılına… Çok sular aktı o günden bu yana, peki ne oldu?
Köfte ekmek
“hamburger”, elmalı kurabiye “apple pay”, bu işler çok ignorınt bi şi oldu.
Özendirilecek olan
şeyin ne olduğu ve ne kadar önemli olduğunu bir düşünmek mi lazım ne?..
Milleti var eden
unsurlardan belki de en önemlilerinden biri şüphesiz ki ”DİL”’dir. İnsanlar
eğer aralarında aynı dili konuşuyorlar ise bir bütün oluşturabilirler. Eğer ki
dil yozlaşırsa, milli kültürün yozlaşması da kaçınılmaz olur. Bir milleti
çözmek, kültürel kimliğini, milli değerlerini yok etmek istiyorsanız o milletin
dilini bozun yeter!..
Dilin kendi kanunları
içerisinde yenilenmesi, şekil değiştirmesi aslında olası bir sonuçtur. Ama bu
ağır bir süreçtir. Hastahane’nin zamanla “hastane”’ye dönüşmesi gibi.
Peki ya “DİL”’in
hastanelik olması?
Aman doktor derdime
bir çare!…
Türk Dil Kurumu 12
Temmuz 1932′de Atatürk’ün talimatıyla “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adıyla
kurulmuş ve zaman içerisinde kendi adını bile güncellemiştir. Peki TDK’nın asal görevleri nelerdir?..
Öncelikle “Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak ve Türk Dilinin
güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmaktır.”
Gelelim Türkçe’ye…
Dünyanın en zengin, en büyük ve en köklü dillerinden biridir “TÜRKÇE” Asırlar
boyunca üç kıtada konuşulmuş, yazılmış ve okunmuştur. Günümüzde Türkçe, hala
farklı lehçeler ve farklı şiveler ile
dünya üzerinde en geniş coğrafyada konuşulan dildir.
Peki diller
birbirinden etkilenir mi? Elbette… İslamlaşma sürecinde Türkçe yoğun bir
şekilde Farsça ve Arapça’nın etkisi altında kalmıştır. Tanzimat’tan sonra
batılılaşma süreci içerisinde Fransızca,
Almanca ve İngilizce de Türkçe’yi ciddi şekilde etkisi altına almıştır.
Etkilenmek bir noktaya kadar kabul edilebilir olmakla beraber “etki”, yerini
“ele geçirmeye” bırakırsa tehlike başlıyor demektir. Bu emperyalizmin ta
kendisidir. Sömürgeciliktir!… Bu noktada milletçe uyanık olmak
mecburiyetindeyiz. Kültürüne bağlı bir millet olarak Türk Dili’ne sahip çıkmak,
bayrağımıza sahip çıkmak kadar önemlidir.
Çocuklarımızın
isimlerinden, işyerlerimizin isimlerine; kullandığımız beyaz eşyadan, yediğimiz
yemeklere kadar Türk Dili işgal altındadır.
„Bii çizburger menü,
bi çaklıt sufle, bi dabıl espresso“ işte sipariş… Arada Türkçe’ye benzeyen "BİR" var onun da "r" si gitmiş…
NE
OLUYORUZ!!!!!!!!!!!!
Unutmayalım, gerek
birey gerekse toplum olarak, ne kadar çok sözcük sahibi olursak; düşünce ve
kültür üretimi, aktarımı açısından da bir o kadar güçlü oluruz. Eğer buna göz
yumarsak düşünce ve kültür üretemeyen, kendi dilini yozlaştırarak diğer dilleri
taklit eden, düşünce ve kültür üretiminde de sadece taklit üreten bir topluma
döneriz.. Dilde taklitçilik, düşüncede ve kültürde taklitçiliği de beraberinde
getirir… Bir de bakmışız bizden başka biri var artık bizden uzakta…baştan aşağı
ötekileştirilmiş..
İşte size
ötekileştirilmiş Türkçe ve karşılıkları; İbretle ve dehşetle aynen şöyle..
-Bak saaa bi şaay
solcem, çok fena intaarlardayım yane. (Bak sana bir şey söyleyeceğim canım çok
sıkılıyor.)
-Sen hayvansıııaaaan,
lutfaan bilmiyomısaaan , oha falan oldum yane. (Sen hayvansın!..lütfen bilmiyor
musun?)
-Merbaa, Bi regulır
kola lutfaan.. (Merhaba, bir normal kola lütfen.)
-Ay bia an var ya bay
geeeldı yane..İnanmıyoroooaam yaaa. (Çok sıkıldım)
-Nassssıni
iyimisaan? (nasılsın iyi misin?)
-Ben iyiyam, san
iyimisaaan?(ben iyiyim sen iyi misin??)
-Vaalla bilmiyoruam
ki, sankı viraaenç duryo dı mia? (bilmiyorum ama iyi durmadı sanki?)
-Ne yicaaan, çikın
nagıts mı,? (ne yersin tavuk külçeleri
(ne demekse artık) mi?)
-Ben yeni branç yaptıaam..
(ben yeni kahvaltı ile öğlen yemeği karışık bir şeyler yedim.)
-Sen nardee
okuyssuuan? (sen nerede okuyorsun?)
-Bak kandine çok iyi
bakyossssuun tımaam maa şeakeer? (kendine iyi bak şekerim..)
-Olum nardesiiaan
yaa, diskonekt falan oldun yane.. (Neredesin kaç zamandır ortada yoksun.)
Sadece bunlar olsa
iyi; “şoka uğradım” ya da “şoke oldum” yerine “şokoldum” lu şoka uğramış bir
Türkçe,
“acayip bişi, harika
bişi, hasta bişi, çok keyif bişi” gibi “bişi” li Türkçe,
“okeeeey okeeeey
olduuu” lu OKEY Türkçesi,
“hayata soyunan, işe
soyunan, sinemaya soyunan” ÇIPLAK Türkçe,
“kitap büyük olay, adam büyük olay, kebap
büyük olay” lı OLAY türkçesi,
“saat üçbeş gibi” li
GİBİ Türkçesi,
“aluuuu, kimsin” li
TELEFON Türkçesi,
“şimdi bir klip diyoruz” lu DJ Türkçesi,
“çok simple bişi,
biraz ignorınt bi tip” li KOLEJ Türkçesi,
“Adamım, Aman Tanrım!, Lanet Olsun!” gibi DUBLAJ
Türkçesi..
NE
OLUYORUZ!!!!!!!!!!!!
Neyse lafı daha fazla
uzatmayalım artık bir de diyorlar ki
“Kültür Emperyalizmi
Yokmuş”
DEEEEERMİŞİİİİİİİİMM..
Kalın sağlıcakla….
Nisan 2013, Volkan Severcan
http://mekam.org/mekam/797
-Erişim: 7. 2. 2014